1. Hz. Muhammed’in Bizans İmparatoru Heraklius’a Mektubu

Mekke müşrikleriyle imzalanan Hudeybiye Antlaşması’yla sağlanan barış ortamından istifade eden Hz. Peygamber dönemin güçlü hükümdarlarına ve Arap emirlerine mektuplar göndererek onları İslâm’a davet etti (Muharrem 7/Mayıs 628). Hz. Peygamber bu konuya büyük özen göstererek hükümdarlardan her birine bu işe en layık sahabileri seçip gönderdi. Onların mühürsüz mektuba itibar etmediklerini öğrenen Hz. Peygamber gümüşten bir mühür yaptırdı ve üzerine ’Muhammed Resûlullah’ (Allah’ın elçisi Muhammed) ibaresini yazdırdı.

Hz. Peygamber, mektubu imparatora götürmek üzere, ticaret amaçlı seyahatleri dolayısıyla Suriye bölgesini iyi bilen, ayrıca sahâbîler arasında fizikî özellikleriyle dikkat çeken Dihye b. Halife el-Kelbî’yi görevlendirdi. Mektubun metni şöyledir:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed’den, Bizans imparatoru Heraklius’a, Hidayete uyanlara selâm olsun. Seni İslâm’a çağırıyorum. İslâm’ı kabul et ki, kurtuluşa eresin ve Allah da mükâfatını iki kat versin. Eğer kabul etmezsen halkın (Erîsiyyîn) günahını sen çekersin. “Ey Ehl-i Kitap! Sizin ve bizim aramızda müşterek olan söze geliniz: Sadece Allah’a kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse şahid olun biz Müslümanız deyiniz” (Kur’ân 3: 64).

Yıllar süren savaşlar sonunda Sâsânîler karşısında Ninova’da kesin bir zafer kazanmış olan Herakleios bir şükran ifadesi olarak hac ziyaretinde bulunmak ve İranlılardan geri almayı başardığı kutsal haçı tekrar eski yerine dikmek üzere o sıralarda Kudüs’te bulunuyordu. İmparator, Busra valisi aracılığıyla kendisine gelen peygamber elçisi Dihye’yi kabul etti.

İmparator, bu arada ticaret için Gazze’de bulunan Ebû Süfyan’ı ve arkadaşlarını huzuruna getirtti ve Hz. Muhammed’in soyu, ailesi, çevresi, toplumdaki konumu, kişiliği, getirdiği mesajın niteliği ve temel prensipleri vs. hakkında bilgi aldı. Yanlarında bir tercüman vardı.

Tercüman: Peygamberim diyen bu adama hanginiz soy olarak daha yakındır? diye sordu:

Ebû Süfyan anlatıyor: “Benim” dedim.

Bunun üzerine Herakleios: “Onu yanıma, arkadaşlarını da yakına getirin. Onun arkasında dursunlar” dedi. Sonra tercümanına dönüp dedi ki:

“Bunlara de ki: Ben bu zat hakkında bu adama bazı şeyler soracağım. Bana yalan söylerse onu yalanlasınlar.”

Ebû Süfyan dedi ki: “Vallahi arkadaşlarım yalan söylediğimi etrafta yayarlar diye utanmasaydım onun (peygamberin) hakkında yalan söylerdim.” Heraklius’un ilk sorusu şu oldu 
— İçinizde soyu nasıldır? 
— O içimizde şerefli bir soydandır. 
— Ondan evvel içinizde peygamberlik iddiasında bulunan kimse oldu mu?
— Hayır. 
— Ataları içinden bir hükümdar çıkmış mıdır? 
— Hayır. 
— Ona uyanlar, halkın önde gelenleri mi, yoksa güçsüzleri mi? 
— Çoğunlukla güçsüz ve zayıf kimselerdir. 
— Ona uyanların sayısı artıyor mu, azalıyor mu?
— Artıyorlar. 
— Onun dinine girdikten sonra beğenmeyerek dininden dönenler var mıdır? 
— Yoktur. 
— Kendisinin peygamber olduğunu söylemeden önce onu yalan ile itham ettiğiniz olmuş mudur? 
— Hayır. 
— Sözünde durmadığı olmuş mudur? 
— Hayır. Ancak biz şimdi onunla bir süreliğine ateşkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz. (Ebû Süfyan dedi ki “Peygamber’i kötülemek adına araya katacak bundan başka bir söz bulamadım.)” 
— Onunla hiç savaş yaptınız mı? 
— Evet yaptık. 
— Bu savaşlar nasıl sonuçlandı? 
— Karşılıklıdır, bazen o yener, bazen biz yeneriz. 
— Size neyi emrediyor? 
— Bize; yalnızca Allah’a kulluk edin, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın, Atalarınızın inanıp söyledikleri şeyleri terk edin, diyor. Namazı, doğruluğu, iffeti ve akraba ile ilişkiyi sıkı tutmayı emrediyor. Bunun üzerine Heraklius tercümanına dedi ki: 
— Ona söyle: Soyunu sordum, içinizde yüksek bir soya sahip olduğunu söyledin. Peygamberler de zaten böyle toplumlarının yüksek soya sahip olanlarından gönderilirler. 
— Aranızda daha önce peygamberlik iddiasında bulunan olup olmadığını sordum, olmadığını söyledin. Daha önce böyle birisi olsaydı, bu adam da kendisinden önceki bir söze uymuş kimsedir, derdim. 
— Atalarından hiç hükümdar gelip gelmediğini sordum, gelmediğini söyledin. Babaları içinden bir hükümdar gelmiş olsaydı, bu da babasının krallığını geri almaya çalışıyor, derdim. 
— Peygamberlik iddia etmeden önce onun yalan söylediğini duydunuz mu diye sordum. Duymadığını söyledin. Ben ise biliyorum ki önceden halka yalan söylememiş bir kimse sonradan Allah’a yalan söylemeye cüret etmez. 
— Ona tabi olanlar önde gelenler, güçlüler midir, zayıflar mıdır, diye sordum. Zayıfların ona bağlandığım söyledin. Peygamberlerin bağlıları da zaten zayıf kimselerdir. 
— Ona uyanlar artıyor mu azalıyor mu diye sordum, arttığını söyledin. İman işi tamamlanıncaya kadar hep bu şekilde artarak gider. 
— Onun dinine girenlerden, bu dini beğenmeyerek dönenler olup olmadığını sordum, yoktur dedin. İman da kalplere karışıp kökleşinceye kadar böyledir. 
— Hiç anlaşmalarını bozar mı diye sordum, bozmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, anlaşmalarını bozmazlar. 
— Size ne emrediyor diye sordum. Yalnız Allah’a kulluk edip, ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrettiğini, putlara kulluğu yasakladığını, namaz, doğruluk ve iffeti emrettiğini söyledin. Bu söylediklerin doğruysa şu ayaklarımın bastığı yerlere yakında O zat sahip olacaktır. Ben zaten bir peygamberin yakında çıkacağını biliyordum. Ancak sizin içinizden olacağını tahmin etmezdim. Onun yanına varabileceğimi bilsem, onunla buluşmak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım!

Bu konuşmanın ardından Heraklius, Dıhye’nin getirdiği Hz. Peygamber’in mektubunu istedi ve okuttu. Daha sonra Dihye’ye hediyeler verip uğurladı.

Buhârî 1413/1992. el-Câmi’u’s-sahîh, I-VIII, İstanbul, “Bed’ü’l-vahiy”, 6;  
Müslim 1413/1992. el-Câmi’u’s-sahîh, I-V, İstanbul, “Cihâd”, 74. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı