1. İlk Vahiy

Otuz beş yaşından sonra Peygamber Efendimizin, Allah hakkında düşünmeye, O’na nasıl iman ve ibadet edileceğini araştırmaya daha fazla yöneldiği fark edilmekteydi. Mekkelilerin ve diğer birçok Arap kabilesinin putlarına hiç ilgi göstermeyen Hz. Muhammed, aklı ve hisleriyle putlara tapmanın faydasızlığı sonucuna ulaşmıştı. Belki de tek tanrı inancına dayalı Hz. İbrâhim’in dini üzere olmaya çalışan az sayıdaki Hanîfler gibi düşünüyordu. Ancak neyi ve nasıl yapacağını bilememenin ıstırabını yaşarken inzivaya çekilmekten hoşlanmaya başladı ve risâletinin birkaç yıl öncesinden itibaren her ramazan ayında, dedesi Abdülmuttalib ve diğer bazı Kureyşlilerin yaptığı gibi, Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Yiyeceği tükenince şehre iniyor, fakirlere yardımda bulunuyor, Kâbe’yi tavaf ediyor ve evden yiyecek alarak tekrar mağaraya dönüyordu. Zaman zaman hanımı Hz. Hatice’yi de yanına alıyordu.

Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre Resûlullah bu dönemde bir ara “sâdık (doğru) rüyalar” görmeye başlamış, altı ay devam eden bu süreçte gördüğü rüyalar aynen çıkmıştır. Hz. Peygamber bu dönemde kendisini “Esselâmü aleyke yâ Resûlallâh” (Sana selâm olsun ey Allah’ın elçisi) şeklinde selamlayan sesler duyuyor, etrafına dönüp bakınca kimseyi göremediği için merak içerisinde kalıyor, rivayete göre bu sesler ağaçlar ve kayalıklardan geliyordu. Buraya kadar anlatılan ve bir kısmı olağanüstü nitelik taşıyan hususlardan hareketle bu dönemin vahye hazırlık süreci olduğunu söylemek mümkündür.

Nihayet 610 yılı Ramazan ayının son on günü içinde muhtemelen yirmi yedinci gece bazı rivayetlere göre pazartesi günü Peygamber Efendimiz Hira’da iken, sabaha karşı Cebrâil gelerek ona Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiğini haber verdi. Bu ilk vahyi Hz. Peygamber şöyle anlatmaktadır:

O gece Cebrâil bana gelerek “Oku!” (İkra’) dedi. Ben okuma bilmediğimi söyledim. Bunun üzerine melek beni aldı; dayanabileceğim son noktaya kadar sıktı. Ardından beni bırakıp tekrar “Oku!” dedi. Cevaben yine “Ben okuma bilmem” deyince tekrar son noktaya kadar sıktı ve “Oku!” dedi. Ben “Ne okuyayım?” diye cevap verince melek beni üçüncü defa takatim kesilinceye kadar sıktı ve bıraktıktan sonra şu âyetleri okudu: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir embriyodan yarattı. Oku! Senin Rabbin en büyük kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediklerini belleten odur” (Kur’ân 96: 1-5).

İnsanlığın son peygamberine görevinin bilfiil tevdi edildiği bu olayla birlikte tarihin akışını değiştirecek bir süreç başlıyordu. Peygamber Efendimizin heyecanlanıp korkuya kapılması tabiiydi. Hemen Hira’dan ayrılarak evine gitti, yatağa girerek eşi Hz. Hatice’den üstünü örtmesini istedi ve bir müddet uyudu. Uyandıktan sonra başından geçenleri Hatice validemize anlattı. Onun anlattıklarını dikkatle dinleyen Hz. Hatice şöyle dedi:

“Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmeyecektir. Çünkü sen akrabanı gözetir, doğruyu söyler, âcizlerin elinden tutarsın; yoksullara yardım eder, misafirleri ağırlarsın; haksızlığa uğrayanların yanında yer alırsın.”

Hz. Hatice samimi duygularını bu şekilde dile getirip Peygamber efendimizi teselli etti ve kendisine inandığını belirtti. Ardından Hz. Peygamber’i kendi amcasının oğlu olan Varaka b. Nevfel’e götürdü. Kitâb-ı Mukaddes’i bilen yaşlı bir Hristiyan olan Varaka, onu dinledikten sonra kendisine gelen meleğin bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi. Ardından da şunları ekledi:

“Sana yalancı diyecekler; kötü davranacaklar. Sana savaş açıp bu şehirden çıkaracaklar. Ben o günlere ulaşırsam Allah için sana yardımcı olacağım”.

Varaka sözlerini bitirdikten sonra Peygamber Efendimize doğru eğildi ve onu alnından öptü. Hz. Peygamber, hem Hz. Hatice’nin desteği hem de Varaka’nın bu açıklamalarından epeyce rahatlamış olarak evine döndü. Böylece asırlardır devam edegelen ve kıyamete kadar da devam edecek olan İslâm’ın nuru, Hira Dağı’nda doğdu ve Mekke’den etrafa yayılarak bütün insanlığı aydınlatmaya başladı. Mekke ve Medine başta olmak üzere bütün Arap yarımadası, kısa sürede, ilâhî kelâm Kur’ân’ın ve Allah Resûlü’nün gösterdiği hidayet rehberliğinde önemli değişikliklere sahne oldu. Kur’ân her şeyden önce muhatabı olduğu ilk toplumda büyük bir değişim gerçekleştirmiş, insanın yaratılış gayesine ve şerefine yakışmayan putperestliğin, şirkin yerine tevhîd inancını yerleştirmiştir. Putperestlikle ilgili olan her şeye, başta şirke ve şirkin inanç, ibadet, ahlâk, siyaset, ticaret, hukuk, örf ve âdet sahalarındaki bütün tezahürlerine karşı çıkan Kur’ân, bu geleneğe Câhiliye adını vermiştir. Putperestlik temeline dayalı Câhiliye dönemini kapatarak tevhîd temeline dayalı İslâm dönemini başlatmıştır.

İbn Hişâm 1355/1936. es-Sîretü’n-Nebeviyye, nşr, Mustafa es-Sekkâ ve dğr., I-IV, Kahire, I-II, s. 233-240.  
İbn Sa’d 1388/1968. et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut, I, s. 194-198. 
Buhârî 1413/1992. el-Câmi’u’s-sahîh, I-VIII, İstanbul, “Bed’ü’l-vahy”, 3. 
Müslim 1413/1992. el-Câmi’u’s-sahîh, I-V, İstanbul, “Îmân”, 160. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı