1. Mekke’den Medine’ye Hicret

Peygamber Efendimiz İkinci Akabe Biatı’ndan sonra ashabına Medine’ye hicret için izin verdi. Bunun üzerine ilk defa Âmir b. Rebîa ile hanımı Leylâ bint Hasme buraya göç ettiler; daha sonra da diğer sahâbîler kafileler halinde Mekke’den ayrılmaya başladılar. Hicret gizlice yapılmaktaydı. Çünkü Kureyşli müşrikler Müslümanların Mekke’den ayrılmalarına dahi izin vermek istemiyor, çeşitli zorluklar çıkartıp ellerinden geldiğince hicreti engellemeye çalışıyor, hatta bazı Müslümanları hapsediyorlardı. Hicret izninden sonra kısa denilebilecek bir sürede ashabın büyük bir kısmı Medine’ye göç etmiş; geride Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir ve aileleri, Hz. Ali ve annesi, ayrıca hicret etmeye gücü yetmeyenler ile gidişleri engellenmiş olanlar kalmıştı. Bu arada Hz. Ebû Bekir Resûlullah’a müracaat ederek hicret için izin istiyor, o da her defasında “Acele etme! Umulur ki, Yüce Allah sana bir yol arkadaşı ihsan eder” cevabını veriyordu.

Kureyş müşrikleri, Hz. Peygamber’in de bir gün oraya giderek ashabıyla birlikte kendilerine karşı tehlike ve tehdit oluşturacağından endişe duymaya başladılar. Gelişmeler karşısında nasıl bir yol takip edeceklerini belirlemek üzere Dârünnedve’de toplandılar. Hz. Muhammed’in sürgüne gönderilmesi veya hapsedilmesi gibi görüşler ileri sürüldü. Sonunda Ebû Cehil’in teklifiyle onu öldürmeyi, Hâşimoğullarının kan davası gütmesini önlemek için de bu işin bir kişi tarafından değil, bütün kabilelerden birer kişinin katılacağı bir topluluk tarafından yerine getirilmesini kararlaştırdılar. Bu suikast kararını Allah’tan gelen vahiy yoluyla öğrenen Hz. Peygamber, hemen harekete geçip Hz. Ebû Bekir’in evine gitti ve onunla birlikte hicret hazırlığına başladı. Hicret sırasında kendilerine kılavuzluk yapmak üzere Abdullah b. Uraykıt ile anlaştılar. Abdullah b. Uraykıt müşrik olmakla birlikte güvenilir ve mert bir kişiydi. Hz. Ebû Bekir hicret için önceden hazırladığı iki deveyi kılavuza verdi ve üç gün sonra Sevr dağının eteğinde buluşmak üzere onunla sözleşti. Hz. Peygamber, Hz. Ali’den hicret edeceği gece yatağında yatmasını istedi. Hz. Peygamber’i öldürmek üzere görevlendirilen Kureyşliler, gece evinin önünde pusu kurdular. Önce evine saldırıp onu öldürmeyi düşündüler; fakat daha sonra dışarı çıkmasını beklemeye karar verdiler. Müşrikler, kapının önünde beklerken Hz. Peygamber yerden bir avuç toprak aldı ve üzerlerine serperek aralarından geçti. Onların arasından geçerken şu âyetleri okudu:

“Yâsîn. Hikmet dolu Kur’ân hakkı için, sen şüphesiz peygamberlerdensin. Doğru yol üzerindesin. (Bu Kur’ân) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir. Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar. Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır. Önlerine ve arkalarına setler çektik ve göremesinler diye üzerlerine perdeler geçirdik. Artık onları uyarsan da uyarmasan da onlar için bir şey değişmez; onlar inanmazlar” (Kur’ân 36: 1–10).

26 Safer Perşembe günü (9 Eylül 622) gece yarısı yola çıkan Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir Mekke’nin güney-batısında bulunan Sevr dağındaki bir mağaraya vardılar ve burada gizlendiler. Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber’in evinde onun yerine Hz. Ali ile karşılaşınca şaşkına döndüler.

Hz. Peygamber’i Mekke’de bulamayan ve şehirden ayrıldığını anlayan müşrikler bütün çevreyi taramaya, etrafa haberciler göndermeye başladılar. Bir ara Sevr mağarasının önüne kadar geldiler. Bu sırada Hz. Ebû Bekir’i bir telaş aldı; Hz. Peygamber ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Hz. Ebû Bekir, mağaradan dışarıya bakıp müşriklerin ayaklarını gördüğünde heyecanla, “Ey Allah’ın Resûlü! Eğilip baksalar bizi görecekler!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“Ey Ebû Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?” diye cevap verdi.

Buhârî 1413/1992. el-Câmi’u’s-sahîh, I-VIII, İstanbul, “Fedâilu’l-ashâb”, 2, “Menâkıbu’l-ensâr” 45.

Ancak Yüce Allah’ın emriyle mağaranın girişi bir örümcek ağıyla kaplanmış ve kuşlar yuva yapmış olduğundan müşrikler içeride kimsenin bulunmadığı kanaatine vararak geri döndüler. Olay Kur’ân’da şöyle tasvir edilmektedir:

“Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz o zaman bilin ki, ona yine Allah yardım edecektir. Tıpkı kâfirler onu yurdundan sürüp çıkardıkları zaman yardım ettiği gibi. O gün o, iki kişiden biriydi. Bu iki kişi mağarada iken o (Hz. Peygamber) arkadaşına ’Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Derken Allah ona katından bir güven duygusu bahşetti. Onu sizin göremeyeceğiniz güçlerle destekledi ve böylece kâfirlerin davasını bütünüyle yere serdi. Allah’ın davası ise her zaman üstün ve yücedir. Allah üstündür; hikmet sahibidir” (Kur’ân 9:40).

Mağarada geçirilen üç günün sonunda daha önce kararlaştırıldığı şekilde kılavuz Abdullah b. Uraykıt, develerle birlikte Sevr’e geldi. Sevr’den Medine’ye doğru sahil istikametinde yola çıkıldı. Bir tehlikeye maruz kalmamak için kafile, bilinen işlek ve alışılmış yollar yerine farklı bir güzergâhı, zaman zaman sarp dağ geçitlerini veya çölün ortasını tercih etti. Hz. Muhammed’i bulmak için çeşitli yollara başvuran Kureyşliler onu yakalayana 100 deve ödül vaad ettilerse de hiçbir sonuç elde edemediler.

Kureyşlilerin koyduğu ödülü kazanabilmek için Hz. Peygamber’i aramaya koyulan ve iz sürmekte maharetli olan Sürâka b. Mâlik kafileye ulaştı. Sürâka’nın geldiğini gören Hz. Ebû Bekir, tedirginlik içinde, “Ey Allah’ın Resûlü! Yanımıza kadar gelindi!” dedi. Hz. Peygamber mağarada söylediği sözleri tekrar etti: “Korkma! Hiç şüphesiz Allah bizimledir” (Kur’ân 9:40).

Sürâka, Hz. Peygamber’in bir şeyler okuduğunu duyacak kadar yakınlarına gitti. Bu sırada atının ön ayakları kuma batmaya başladı. Sürâka, atından düştü; atını hareket ettirmeye gayret ettiyse de başarılı olamadı. Karşılaştığı olay karşısında hayretler içinde kalan Sürâka, Hz. Peygamber’in diğer insanlardan farklı bir özelliğinin olduğuna inandı. Ondan eman diledi ve içinde bulunduğu durumdan kurtulması için Allah’a dua etmesini istedi. Hz. Peygamber dua edince Sürâka’nın atı kumdan kurtuldu. Sürâka, Hz. Peygamber’e kendisinden bir isteği olup olmadığını sordu. Hz. Peygamber, peşlerinden gelecek kimseleri engellemesini istedi. O da gelenleri geri çevirdi. Enes b. Mâlik’in dediği gibi, “Sürâka, günün başında Allah’ın Elçisi aleyhine çalışan, onun canına kasteden bir kimse iken, günün sonunda onun hayatını savunan bir silah olmuştu!”

Eslem kabilesinin topraklarından geçerken kabile reisi Büreyde b. Husayb kafilenin önünü kesti; ancak Resûlullah ile yapılan kısa sohbetten sonra, kendisi ve kabilesi Müslüman oldu. Büreyde, kendi topraklarından ayrılıncaya kadar kafileye eşlik etti.

Cuhfe adlı mevkiye gelince, Resûlullah Mekke’yi hatırladı ve şehre duyduğu özlemle hüzünlendi. Bunun üzerine, uğradığı zulümden dolayı hicrete mecbur bırakıldığı Mekke’ye, düşmanlarına üstünlük sağlayıp tekrar döndürüleceğini müjdelen âyet nâzil oldu (Kur’ân 28:85).

Hicret esnasında kafile Kudeyd’de yiyecek bir şeyler almak üzere Ümmü Ma’bed Âtike bint Hâlid’in bulunduğu çadıra uğradı. Burada Hz. Peygamber, sürüye katılamayacak kadar zayıf, sütten kesilmiş bir keçiyi besmele çekerek sağmaya başladı. Keçi oradakilere yetip artacak kadar süt verdi. Ümmü Ma’bed daha sonra çadıra dönen kocasına olayı anlatıp onun isteği üzerine Hz. Peygamberi edebî bir dille tavsif etti. Onun Peygamber Efendimizi anlatan ifadeleri hilye edebiyatına konu olmuş ve günümüze kadar gelmiştir.

Medine’de bulunan Müslümanlar Peygamber Efendimizin Mekke’den ayrıldığını öğrenmiş, gecikmesinden dolayı da endişelenmişlerdi. Her sabah Mekke yolu üzerindeki Harre mevkiine çıkıp sıcağın şiddetlendiği vakte kadar yolunu gözlüyorlardı. Yine 8 Rebîülevvel (20 Eylül 622) pazartesi günü de böyle yapmış ve evlerine dönmüşlerdi ki, üç katlı bir evin damında bulunan bir Yahudi kızı yaklaşmakta olan kafileyi görünce, bunun beklenen misafir olduğunu anladı ve bağırarak durumu ilân etti. Bunun üzerine Müslümanlar Resûl-i Ekrem’i karşılamak için Harre’ye koştular. Hz. Peygamber, Medine’ye bir saatlik mesafede bulunan Kubâ’da Külsûm b. Hidm’in evine misafir oldu. Birkaç gün bu kasabada kaldı ve burada bir mescid yaptırdı. Bu arada Hz. Peygamber’in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine iade edip yine onun emri doğrultusunda Mekke’den ayrılan Hz. Ali, gündüz gizlenip gece yol almak suretiyle Kubâ’ya geldi ve burada Hz. Peygamber’le buluştu.

Hz. Peygamber yanındakilerle birlikte 12 Rebîülevvel 1 (24 Eylül 622) Cuma günü Kubâ’dan Medine’ye hareket etti. Cuma namazı vakti girince Rânûnâ vadisinde Sâlim b. Avf kabilesine uğradı; ilk Cuma hutbesini okudu ve namazını kıldırdı. Resûlullah bu hutbesinde Allah’a hamd ü senâdan sonra insanların âhirette mutlaka hesaba çekileceğinden, herkesin emri altındakilerden sorumlu tutulacağından, öldükten sonra insana dünyada yaptığı iyi davranışlardan başka bir şeyin fayda etmeyeceğinden bahsetti ve büyük-küçük demeden iyilik yarışına girerek âhiret için hazırlıklı olmalarını tavsiye etti.

Cuma namazından sonra Medine’ye hareket eden Peygamber Efendimiz şehir halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Medine’de görülmemiş bir şenlik ve bayram havası yaşanıyordu. Yolun iki tarafında sıralanan yediden yetmişe herkes, kadınlar ve çocuklar büyük bir sevinç içerisinde Allah’ın yüce elçisini karşılıyordu. Bu sırada defler çalınıyor ve:

Veda tepelerinden ay doğdu üzerimize
Allah’a davet sürdükçe şükretmek vacip bize
Ey gönderilen kutlu elçi/Sana itaat etmek düşer hepimize
Aramıza hoş geldin, şeref verdin şehrimize

şeklindeki mısralarla duygular dile getiriliyordu. Hemen herkes Resûlullah’ın kendi evlerine misafir olmasını istiyor, davette bulunup ısrar ediyordu. Resûlullah Kasvâ adlı devesinin üzerinde halkı selamlayıp kendilerine teşekkür ederken, devesinin çöktüğü yere en yakın eve misafir olacağını söyleyerek şehre girdi ve Ebû Eyyûb elEnsârî’nin (Hâlid b. Zeyd) evine misafir oldu.

İbn Hişâm 1355/1936. es-Sîretü’n-Nebeviyye, nşr, Mustafa es-Sekkâ ve dğr., I-IV, Kahire, I-II, s. 480-500.
İbn Sa’d 1388/1968. et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut, I, s. 225-238.

Böylece çile ve ıstırap dolu Mekke dönemi sona ermiş, İslâm tarihinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oldu. Daha önce adı Yesrib olan şehir artık Peygamber şehri anlamında Medînetü’r-Resûl veya el-Medînetü’l-Münevvere ya da kısaca Medine adıyla anılmaya başladı. Hicret sadece bir mekân değişikliği boyutunda kalmamış, İslâm’ın daveti, teşri faaliyeti ve siyaseti açısından da bir dönüm noktası olmuştur. Bu sebeple hicretin, Muhacirlerin ve onları himaye eden Ensar’ın değer ve şerefinden bahseden birçok âyet bulunmaktadır:

“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (Kur’ân 2: 218).

“Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır” (Kur’ân 3: 195).

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz, Allah katında büyük bir mükâfat vardır” (Kur’ân 9: 20–22).

“İslâm’ı ilk önce kabul eden Muhâcirler ve Ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır” (Kur’ân 9: 100).

“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Eğer bilirlerse âhiret mükâfatı ise elbette daha büyüktür. Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir” (Kur’ân 16: 41–42).

“Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (Kur’ân 16: 110).

“Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Elbette onları hoşnut olacakları bir yere (cennete) koyacaktır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir)” (Kur’ân 22: 58–59).

“Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir” (Kur’ân 59: 9).

Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı