1. Yemin: Mâlik b. Enes

Tam adı Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-Yemenî (ö. 179/795)’dir. Maliki mezhebinin imamı olup sayılı muhaddis ve müçtehit fakihlerindendir. İmam Mâlik hadis ilminde otorite kabul edilmiş, hadislerin sıhhat ve senetleri konusundaki bilgisi muhaddislerce takdir edilmiş, bu sebeple “hafız”, “hüccet”, “imam” ile hadis ilminde “emîrü’l-mü’minîn” şeklinde anılmıştır. Kaynaklarda kendisine çeşitli eserler nisbet edilmekteyse de bilinen ve günümüze farklı rivâyetleriyle ulaşan eseri el-Muvattâʾdır. Konularının fıkıh bablarına göre tasnif edildiği bu eser Peygamber (sav)’den nakledilen konuyla ilgili hadisler yanında, sahabe ve tâbiîn görüşlerini ve kendi değerlendirmelerini ihtivâ etmesi sebebiyle başta fıkıh ve hadis ilimleri olmak üzere İslâmî ilimler açısından önemli bir kaynak niteliğindedir. Öğrencilerinin kendisinden naklettiği bu eserin günümüze ulaşan tariklerinden bâzıları tam bazıları ise eksiktir. el-Muvattâʾın, günümüze ulaşan en meşhur rivayetlerinden birisi de Hanefî fakihi Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’ye ait olanıdır.

Yürüme Adağının Yerine Getirilmesi

Abdullah b. Abbas’tan şöyle nakledilmiştir. Sa’d b. Ubâde Peygamber (sav)’e şöyle sordu: “Annemin bir adağı vardı ve onu yerine getirmeden öldü (Ne yapmam gerekir?)”. Peygamber (sav), “O’nun adağını yerine getir” buyurdu.

Abdullah b. Ebî Bekr teyzesinden o da ninesinden, onun kendi kendine Kuba mescidine kadar yürümeyi, bunu yerine getirmeden öldüğünü nakletti. Bu durumun Abdullah b. Abbâs’a sorulması üzerine o da, “Onun yerine yürü” dedi. Yahyâ da Mâlik’ten şöyle işittiğini söyledi: Kimse, bir başkasının yerine yürümez.

Abdullah b. Ebî Habîbe şöyle dedi: “Ben gençtim, adamın birine şöyle dedim: Bir adam benim adağım olsun demese fakat ben Kâbe’ye kadar yürüyeceğim dese bu kişiye ne gerekir?’ diye sordum. O da, “Eğer yürürsen, bu salatalığı sana vereceğim” dedi. “Sen gerçekten Kâbe’ye kadar yürüyecek misin?” diye sordu. Ben de, “Evet” dedim. Ben o zamanlar genç biriydim, daha sonra işin farkına vardım. Bana, oraya kadar yürümem gerektiği söylendi. Saîd b. el-Müseyyeb’e gelerek bu durumu sordum. O da, “Yürümen gerekir” dedi.

Mâlik şöyle dedi: Bize göre de bu böyledir.

Kâbe’ye Yürümeyi Adayıp Yerine Getiremeyenin Durumu

Urve b. Üzeyne el-Leysî’den şöyle nakledildi: Ninem ile birlikte yürümeye çıktık, onun Kâbe’ye kadar yürüme adağı vardı. Bir süre sonra ninem yürümekten aciz kaldı. Abdullah b. Ömer’e sordurmak üzere bir köleyi gönderdi. Ben de onla gittim. Abdullah b. Ömer’e sorunca, “Bineğe binsin, tekrar yürümekten aciz kalınca yürür” dedi.

Yahyâ da, Mâlik’ten şöyle duyduğunu söyledi: “Bize göre de bu böyledir, ayrıca kurban kesmesi de gerekir” dedi. Mâlik’ten, Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdurrahman’ın da böyle dedikleri nakledildi.

Yahyâ b. Saîd dedi ki: Benim yürüme adağım vardı. Bana bir ağrı geldi, ben de bir bineğe bindim. Mekke’ye onunla geldim. Ata b. Ebî Rebâh’a ve diğerlerine bu durumu sordum. “Sana kurban kesmek gerekiyor” dediler. Ben de Medine’ye gelerek sordum. Bana, yürüyemediğim yerden yürümem gerektiğini söylediler, ben de yürüdüm.

Yahyâ bu konuda Mâlik’ten şöyle duyduğunu söyledi: Bize göre de bu durum böyledir. Eğer bir kimse Kâbe’ye kadar yürümeyi adamışsa ve yürümekten aciz kalırsa bir bineğe biner. Daha sonra yürümekten aciz kaldığı yerden tekrar yürür. Yürüyebildiği kadar yürür ve tekrar bineğe biner. Bu kişiye ayrıca bir deve, büyük baş ya da küçükbaş hayvan kesmesi gerekir. Eğer bulamazsa sadece küçükbaş gerekir.

Mâlik’e şöyle diyen bir adamın durumu soruldu. Eğer adamın birisi, ben seni Kâbe’ye götüreceğim/taşıyacağım derse, ne gerekir? Mâlik şöyle dedi: Eğer bu kimse böyle diyerek gerçekten sırtında taşımayı kastetti ve kendine meşakkat ve acı çektirmeyi kastettiyse buna bir şey gerekmez. Bu kişi kendisi yürüyerek gider ve bir de kurban keser. Eğer buna niyet etmediyse bineğe biner ve haccını yapar. O adamla birlikte haccını yapsın. Bu şekilde, “Seni Kâbe’ye götürüyorum” demiş olur. Eğer o adam, bu adakta bulunan adamla hac yapmayı reddederse bu durumda ona bir şey gerekmez. Bu borcunu ödemiştir.

Yahyâ, Mâlik’e kardeşiyle ve babasıyla konuşmayacağına ve Kâbe’ye kadar yürüyeceği konusunda adak adayan kimsenin durumu soruldu. Bu durumu her sene tekrarlasa, üzerinden kalkamayacağı kadar adakta bulunmuş olur. Malik’e bu adamın nezrini yerine getirip getirmeyeceği ya da sadece bir nezri mi yerine getireceği soruldu. O da şöyle dedi: “Kişinin adamış olduğu adaktan başkasını yapmasının geçerli olduğunu bilmiyorum. Bu kişi güç yetirebildiği kadar yürür. Bunun dışında da Allah’a yaklaşmak maksadıyla sâlih amel yapar.”

Kâbe’ye Yürümeye Yemin Etmek

Yahya, Mâlik’ten şöyle nakletti: Ben ilim ehlinden Kâbe’ye kadar yürümeyi adayan ve yemini bozan kimseyle ilgili söylenen söz kadar iyisini duymadım. Bu yeminini bozan kimse eğer umredeyse Sâfâ ile Merve arasında sa’y yapmak için yürür. Sa’yı bittiğinde her şey tamamlanmış olur. Eğer yeminini bozan bu kimse hac için Kâbe’ye yürümeyi adamışsa, bu kişi Mekke’ye kadar yürür, tüm yapılması gereken ibadetleri (menâsik) yapmak için de yürür. Bunların tamamını yürüyerek yapar.

Mâlik, umre ve hac dışında yürümek (yürümeyi adamak) yoktur dedi.

Günah İşlemek Konusundaki Adağın Geçersizliği

Peygamber (sav)’den şöyle nakledildi. Peygamber (sav) güneşte direnen bir adam gördü. O; “Bu adam ne yapıyor?” diye sordu. Oradakiler, “Bu adamın konuşmamak, güneşten gölgelenmemek, oturmamak ve oruç tutma adağı var” dediler. Peygamber (sav) de, “Ona konuşmasını, gölgelenmesini, oturmasını ve orucunu tamamlamasını söyleyin” dedi.

Malik şöyle dedi: Peygamber (sav)’in bu adama kefaret yerine getirmesi gerektiğini söylediğini duymadım. Allah’a isyan olan kısmı terk etmesini ve Allah’a tâat kabilinden olan orucunu tutmasını emretti.

Kadının birisi Abdullah b. Abbâs’a gelerek, “Ben oğlumu kesmeyi adadım” dedi. İbn Abbâs da şöyle dedi: “Oğlunu kesme, yeminini bozmanın kefaretini yerine getir” dedi. Adamın birisi Abdullah b. Abbâs’a bunun kefaretinin nasıl olacağını sorunca, o da “eşlerine karşı zıhar yapanlar” (Mücadele, 58/3) âyetini okudu ve “gördüğün gibi Allah’ın emrettiği şekilde kefareti yerine getirir” dedi.

Âişe (ra), Peygamber (sav)’den şöyle nakletti: “Kim Allah’a itaat etmeyi adamışsa onu yerine getirsin, kim günah işlemeyi adamışsa onu yapmasın”. Yahyâ, Mâlik’in Peygamber (sav)’in hadisinin manasıyla ilgili şöyle dediğini söyledi: “Bir kimsenin Şam, Mısır, Rebeze vb. yerlere kadar yürüyeceğini adamasında Allah’a tâat kabilinden bir şey yoktur. Yine konuşmamaya nezrettiği halde birisiyle konuşursa mesuliyeti olmaz. Konuşabilir ve nezrini bozabilir. Bu gibi şeylerde doğrudan Allah’a itaat ve ibadet maksadı bulunmamaktadır. Sadece Allah’a taat kapsamında olan yeminlerin yerine getirilmesi gerekir.”

Lağv Yemini

Müminlerin annesi Aîşe (ra) şöyle dedi: “Lağv yemini, kişinin hayır vallahi, evet billahi şeklinde yemin etmesidir.” Malik şöyle dedi: Lağv yeminiyle ilgili şundan daha güzel tarif duymadım. Kişinin, bir şeyin olduğuna kesin olarak inandığı ve bu şekilde yemin ettiği halde, o şeyin gerçekte öyle olmadığının ortaya çıkmasıdır. Yemin akdi (akd-i yemin), kişinin bir elbiseyi on dinara satmayacağına yemin ettiği halde onu satması, kölesini döveceğine yemin ettiği halde onu dövmemesi gibi edilip yerine getirilmeyen yeminlerdir. Bu gibi durumlarda yemin eden kişi kefaret yerine getirir. Fakat lağv yemini eden kimse yemin kefareti yerine getirmez. Mâlik şöyle dedi: Kişinin bir şey hakkında bile bile yemin etmesi, yalan yere yemin etmesi, bir şeye razı etmek/memnun etmek için yemin etmesi veya mazur olduğunu göstermek için yemin etmesi veya bir mala sahip olmak için yemin etmesi bozulup yerine kefaret yerine getirilmesi gereken yeminden daha büyük günahtır.

Kefâret Gerekmeyen Yeminler

Abdullah b. Ömer şöyle dedi: Eğer bir kimse yemin eder ve hemen inşallah derse yeminini yerine getirmediğinde yeminini bozmuş sayılmaz. Mâlik şöyle dedi: Duyduğum en güzel sözdür ki, kişi sözünü bitirmeden inşallah demelidir. Bunlar (yemin ve inşallah ifadeleri) art arda söz bitmeden, söze ara vermeden söylenmiştir. Eğer bu iki söz arasında sussa bu durum da yemin edilmiş olur, istisna edilmiş olmaz. Yahyâ, Mâlik’in şöyle dediğini nakletti: “Eğer bir kişi, ’Allah’a küfredeyim’, ’Allah’a şirk koşayım’ derse, daha sonra da bu yeminini bozarsa bu kişiye kefaret gerekmez. Bu kişi kâfir de olmamıştır müşrik de olmamıştır. Fakat gerçekten kalbiyle kâfir/müşrik olmuşsa bu durum farklıdır. Böyle yapan kişi Allah’a yaptığından dolayı tövbe eder ve böyle kötü bir şeyi bir daha yapmaz”.

Yeminlerden Kefaret Gerektirenler

Ebû Hureyre (ra), Peygamber (sav)’in şöyle dediğini nakletmiştir: Kim bir şey için yemin etmiş olur, daha sonra yemin ettiğinden daha hayırlısını görürse yemin ettiği şeyi bırakır yemin kefareti yerine getirerek hayırlı olanı yapar. Yahyâ da Mâlik’in şöyle dediğini söyledi: Bir kimse üzerime adak olsun der ve belirli bir şey zikretmezse bu kişinin de yemin kefareti yerine getirmesi gerekir. Yemini tekitli yapmak ise, kişinin bir şey hakkında defalarca yemin etmesi, bir yeminden sonra başka yemin etmesi, vallahi billahi şundan eksik ve noksan yapmayacağım gibi demesidir. Bu kişi de yeminini bozduğunda tek kefaret yerine getirir. Eğer bir kimse vallahi bu elbiseyi giymeyeceğim, vallahi bu eve girmeyeceğim, vallahi bu yemeği yemeyeceğim diyerek tek bir yemin içinde yemin etmiş olsa bozulduğunda tek kefaretin yerine getirilmesi icâb eder. Eğer adamın birisi karısına eğer senin şu elbiseni giyersem eğer senin mescide gitmene izin verirsem sen boşsun, diyerek peş peşe söyleyerek yemin etse, bunlardan biri bozulmuş olsa adamın eşini boşaması gerekir. Bunun neticesinde diğer aynı yemin içinde yaptığı diğer yeminleri de bozmasının kendisine ayrıca sorumluluğu olmaz. Yemin ettiği hususlardan sadece birinde dahi yeminini bozmuş olsa bu durumda yemini bozulmuş kabul edilir. Mâlik, kadının kocasının izni olmadan kendisiyle ilgili yaptığı adağın caiz olduğunu, onu yerine getirmesi gerektiğini, eğer kocasıyla ilgili olarak kendisiyle ilgili bir durum ise bu halde kocasına zarar vermiyorsa yeminini yerine getirir. Eğer kocası bundan zarar görecekse kocası bunun için kendisini men edebilir, fakat bu kadın üzerinde onu yerine getirinceye kadar da borç olmuş olur.

İbn Enes, Mâlik 1997/1417. el-Muvatta’, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf, Beyrut, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, C. I, s. 605–617. 
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov