Tam adı Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs b. Abbâs eş-Şâfiî (ö. 204/820)’dir. Şâfiî mezhebinin imamı olup sayılı müçtehitlerdendir. İmam Mâlik’e de öğrencilik yaparak ondan el-Muvatta’ı okumuş aynı zamanda daha sonra aralarında münazaralar olacak İmam Muhammed eş-Şeybânî’ye de öğrencilik yapmıştır. Şâfiî’nin görüşleri genel olarak ikiye ayrılmakta, Mısır’a gitmeden önceki görüşleri kavl-i kadîm veya mezheb-i kadîm olarak adlandırılırken Mısır’a gittikten sonraki görüşleri kavl-i cedîd veya mezheb-i cedîd olarak adlandırılmaktadır. İmam Şâfiî’nin düşüncesinde Peygamber (sav)’in sünnetinin özel yeri bulunmakta olup aynı zamanda sünneti vahyin ayrılmaz parçası olarak kabul etmektedir. Mezhebine ait usulü bizzat yazmasıyla diğer mezhep imamlarından ayrılan Şâfiî’nin bu tutumu sayesinde mezhep geniş bölgelere yayılmıştır. eş-Şâfiî’nin bize kadar intikal eden en önemli eserleri arasında sonraki fıkhi görüşüne göre (mezheb-i cedîd) yazılmış el-Üm, fıkıhtaki usulünü ortaya koyan er-Risâle ve eş-Şeybânî’ye reddiye niteliğinde kaleme alınmış er-Red ʿalâ Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî zikredilebilir.
Rabî b. Süleyman, Muhammed b. İdris eş-Şafiî’den şöyle nakletti: “Allah Teâlâ’nın: ’Halbuki onlar ancak şunu yapmakla emir olunmuşlardı. Allah’a şirk koşmayan hanifler olarak, dini Allah için hâlis kılarak yalnız Allah’a ibadet etsinler ve namazı dürüst kılsınlar ve zekâtı versinler ve odur doğru din’ (Kur’ân 98: 5) şeklinde buyurduğu gibi zekât vermeyi onlara farz kıldığını kullarına açıklamakta, sadece ona kulluk etmelerini, zekât vermelerini ve namaz kılmalarını istemektedir”.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Altını, gümüşü hazineye tıkıp da onu Allah yolunda sarf etmeyenler ise, işte onları acı verici bir azap ile müjdele. O gün ki bunların üzerine cehennem ateşi kızdırılacak da kendilerinin alınları, böğürleri, sırtları bunlarla dağlanacak, İşte sizin kendiniz için derleyip tıktıklarınız. Haydi, tadın bakalım ne biriktirip tıkıyorsunuz” (Kur’ân 9: 34–35). Yine Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah’ın fazlından kendilerine bahşettiği şeye cimrilik edenler, sakın onu kendilerine hayırlı sanmasınlar. Hayır! O, onlar için bir şerdir, yarın kıyamet günü o kıskandıkları mal boyunlarına dolandırılacak” (Kur’ân 3: 180). Allah Teâlâ bu iki ayette zekâtı farz kıldığını, vacip olduğu halde onu yerine getirmeyenleri cezalandıracağını açıkladı. Bu ayetlerde yine Allah Teâlâ zekât ve gümüşün de zekâta tabi olduğunu belirtti. “Allah yolunda infak etmiyorlar” (Kur’ân 9: 34) ayetiyle de Allah zekâtın Allah yolu gibi farz olarak verilmesi gereken yeri açıklamaktadır. Bir malın biriktirilmesiyle ilgili olarak ise, bir malın elde edilmesi caizse biriktirilmesi de caizdir. Peygamber (sav)’in sünneti de bu yöndedir. Ben bu konuda buna muhalif bir görüş de bilmiyorum...
Abdullah b. Mes’ûd’dan şöyle nakledildi: “Kim ki Allah kendisine mal mülk verir ve o kişi de zekâtını vermezse, kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli erkek bir yılan suretine konulur. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Allah, şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın kendilerine verdiğinde cimrilik edenler, sakın kendileri için bunun bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu, onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır” (Kur’ân 3: 180).
Ebû Hureyre’den şöyle nakledildi: “Kim ki, Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını vermezse kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal sahibi için çok zehirli yılan suretine girer. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından yakalayarak şöyle deri: ’Ben senin dünyada çok sevdiğin malınım; ben senin hazinenim’ der.”
Abdullah b. Ömer’den de şöyle nakledilmiştir: “Eğer biriktirilen mal, zekâtı veriliyorsa o biriktirilen mal (yasaklanan) kenz kapsamında değildir. Eğer biriktirilen maldan zekât verilmesi gerektiği halde ondan zekât verilmiyorsa o (yasaklanan) kenzdir”. Eğer bu mallar saklı ve gizli değilse, Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir zekât al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” (Kur’ân 9: 103). Allah, bu ayette zekât verilmesi gereken malın alınmasını emretmiştir. Allah zekâtı tanımladığı ve vasıflandırdığı yerin dışında farklı yerlerde de zikretmektedir. Allah Teâlâ, zekâtın farz olarak alınması gerektiğini Kur’ân’da açıkladıktan sonra Peygamber (sav) yoluyla da hangi maldan ne kadar zekât verileceğini, hangi durumda zekât verilmeyeceğini, hangi mallardan verilmeyeceğini açıklamaktadır...
Ebû Sâîd el-Hudrî yoluyla Peygamber (sav)’den, beş devenin altına zekâtın farz olmadığı nakledildi... Peygamber (sav)’in sünnetinde beş devenin altında zekât olmadığı, beş deveye ise zekâtın farz olduğunu açıkladı. Abdullah b. Ömer’den şöyle nakledilmiştir: Bu kitap, Peygamber (sav)’in zekât vesikasıdır. Zekâtın farz olarak terettübüyle ilgili, yirmi dört ve daha aşağıdaki deve için vâcip olan zekât miktarı her beş deve için bir koyundur. Eğer deve miktarları bundan fazla olursa otuz beş âdete kadar bir binti mehâz (iki yaşına basan dişi deve), eğer binti mehâz bulunmazsa yerine ibnu lebûn (iki yaşına basan erkek deve) verilir, eğer bu sayıyı geçerse kırk beş adede kadar binti lebûn (üç yaşına basan dişi deve), eğer sayı bunu da geçerse altmışa kadar erkek devenin aşacağı dişi deve verilir. Altmıştan, yetmiş beş sayısına kadar da bir cez’a (beş yaşında bir deve), yetmiş bir adetten doksan bire kadar bir binti lebûn farz olur. Doksan birden yüz yirmiye kadar erkek devenin aşacağı iki hıkka (dördüne basan deve), deve sayısı yüz yirmiyi aşınca ise her kırk deve için bir binti lebûn (üç yaşına basan dişi deve) verilir. Koyunun zekâtına gelince sadece sâime (yılın yarısından fazlasını merada otlayarak geçiren) olanlardan alınır. Saime olan koyunların sayısı kırka ulaştı mı zekât farz olur ve yüz yirmi adede kadar bir koyun verilmesi gerekir. Yüz yirmi sayısından iki yüz sayısına kadar da iki koyunun zekât olarak verilmesi gerekir. İki yüzden üç yüz koyuna kadar da üç koyun kadar zekât düşer. Bundan sonrası için de her bir yüz koyun için bir koyun zekât verilmesi gerekir. Zekât olarak yaşlı olan kusurlu olan ve damızlık olarak bırakılan hayvan verilmez…
(...)
Sadaka farz ve gönüllü (sadaka) şeklinde ikiye ayrılır. Farz olarak verilen zekâtta, zekât vermekle mükellef kişi niyet etmemiş olursa zekâtı geçerli olmaz. Bir kişi dört yüz dirhem için beş dirhem zekât verse, bir kısmı veya tamamı için zekâta niyet etmiş olsa veya zekât farz olan kısmına niyet etmiş olsa bir kişinin zekâtı sahih olur. Çünkü zekât niyetinde bulunmuştur.
Beş dirhemi zekât olarak verir fakat herhangi bir zekât niyetinde bulunmazsa fakat beş dirhem sadaka verdikten sonra kendisine vacip olan zekât için niyette bulunmuş olsa bu kişinin zekâtı geçerli olmamış olur. Çünkü farz olan zekât için niyet etmemiştir.
Eğer bir kimsenin dört yüz dirhemi bulunuyor olsa ve dört yüz dirhem için bir dinar vermiş olsa –bir dinar da on dirhemdir– bu zekât olarak caiz olmaz. Çünkü kendisine vacip olanı vermemiş, başka bir cins maldan dinar olarak vermiştir. Bu vermiş olduğu gönüllü bağış anlamında sadaka olur…
Eş-Şâfii, Kitâbü’l-Üm = Mevsûatü’l-İmâm eş-Şafii, thk. Ali Muhammed, Adil Ahmed vd., Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 2001/1422, C. II, s. 189-195, 231.
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov