10. İslam Bilgeliğinde Düşünmenin Spektral Yapısı ve Mesel

Geleneksel Batılı ben, gerek ontolojik akıllarla gerekse diğer benlerle birleşmesiyle silikleştirilip biz haline getirilmişken, modern Batılı ben hem tanrılardan hem de diğer benlerden yalıtılarak kristalleştirilmiştir. Geleneksel Batılı bendeki kavramlar süreksiz biçimde birbirinden seçiktir; modern Batılı bende kavramlar sürekli biçimde birbirinden seçiktir. İslam bilgeliğindeyse ben, diğer benlerden olabildiğince ayırt edilip seçikleştirilirken, bendeki kavramlarda durum tam tersine sürekli biçimde birbiriyle iç içedir. İslam bilgeliğinde hem benler arasındaki ayrımların silikleştirilmesi hem de kavramlardaki başka kavramlara ve yargılara açılan kapıların kapatılması, Helenleştirme sürecinin olgunlaştığı 11. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu süreç, klasik yazında içtihat kapısının kapanması olarak terimleştirilmiştir.

Geleneksel Batı düşüncesinin biçimsel özellikleri, birbirini tamamlayan şu beş ilkeyle özetlenebilir: (a) İnsan aklı doğası gereği yanılır. (b) Çünkü düşünmek, kavramların birbiriyle bağıntılandırılması demektir. Kavramlarsa, tıpkı sayılar gibi birbirinden kopuk ve bağlantısızdır. (c) Önermenin esasını oluşturan kavram bağıntılarının bir kısmını akıl sonradan tanımlarla kurar, böylece doğal olarak hatalı ve yanlış düşünceler meydana gelir. (d) Doğru ve tutarlı düşünmenin yolu, kavramlardan bir seri oluşturmaktan geçer. Bu seri, Batılı ahlak, din ve psikoloji anlayışında, kusurlu benleri arındıran ontolojik bir ilkeyle gerçekleştirilir. (e) Kesintili kavram yapısı gereği düşünme, sürekli değil kesintili ve süreksizdir. Bu yapıyı en iyi temsil eden, birbirinden kesin sınırlarla ayırt edilmiş çemberlerin ayrı, kısmi kesişme ile tam örtüşme durumlarını gösteren Venn şekilleridir.

Batılı kavram yapısının iyi anlaşılmış bir konu olmasına karşın, İslam bilgeliğinde akıl ve düşünme yapısı hakkında söylenenler, çoğunlukla Batılı yaklaşımla ortaya konulmuştur; dolayısıyla onun özgün yapısını yansıtmaktan uzaktır. İslam bilgeliğinde (a) insan aklı basitçe etrafındaki varlıkları ve kendisini idrak eden bir ben değildir. Akıl, ben içindeki benleri kuşatan, sınırları belirsiz genel bir addır. Ancak insan beninde yanılmayan bir öz (ben) vardır. (b) Çünkü kavramlar, birbirinden kopuk ve bağlantısız değildir; dolayısıyla kavram önermeden kesin bir şekilde ayırt edilemediği gibi, pek çok kavramın açık ve seçik tanımları yapılmaz. Ne var ki beni oluşturan katmanlarda, çeşitli etkenlerden dolayı akıl yanılır. Bu etkenlerden arındırılan akılsa, kendi sınırları içerisinde yanılmaz. (c) Dolayısıyla İslam bilgeliğinde düşünme, kesintili değil kesintisiz ve süreklidir. Yani insanda düşünme başladığı andan ölünceye kadar durmaksızın devam ederken, gerek kavramlar arasında gerekse onlarla yargılar ve çıkarımlar arasında kesin sınırlar bulunmaz. İslam bilgeleri, düşüncelerin bütün kavramsal ayrımlarının seçikleştirilmesiyle elde edilen tanımlanmış saf kavramlar kullanmak yerine, çoğunlukla onları düşünmenin ve sürekli bilincin birliği içinde belirsiz bırakma (istiğrâk) özelliğiyle kullanarak düşüncelerini ifade etmişlerdir. Bu yüzden klasik İslam bilgeliğinin spektral düşünme yapısıyla oluşturulmuş metinlerde kavramsal belirlenimleri ayırt etmek oldukça güçtür.

Bu durum, tanımlamanın klasik İslam bilgeliğinde çok etkili bir role sahip olmamasının ve özellikle dilbilim/kelam geleneğinden yetişen düşünürlerin tanım teorisine karşı çıkmalarının bir nedenidir. Geleneksel Batı düşüncesinde kavramları seçikleştirmek için kullanılan tanım teorisi yerine, İslam bilgeliğinde kavramları tanıtmak için, dilbilimsel kıyasın dayandığı aynı temele dayanan mesel kullanılır. Darb-ı mesel, Arap edebiyatında ideal örnek verme anlamında kullanılan edebi sanatlardan birisidir. Darb-ı meselin, şiirle ve özellikle onun soyut kalıbı (matris) demek olan aruzla ilişkisi dikkate alınmaksızın edebi bir terimle sınırlı olarak düşünülecektir. Meselin dilbilimsel kıyastaki karşılığı, türevin kendisinden türetileceği asıldır, türetme işlemiyse kıyastır. Batılı kaynaklarda bu türetme işleminin, mantıktaki analojik kıyas olduğu inancı yaygınsa da bu, asıldan türetme işleminin doğasını çözümleyen bir inceleme değil, sadece konuya Batılı bir bakış olması bakımından dikkate alınması gereken bir görüştür. Dolayısıyla seçikleştirilen kavramlar, ayetlerin lâfzî yapısı ile mesellerdeki mana kalıpları dikkate alınmayıp, sadece anlamları bakımından ele alınırsa, kolaylıkla yanlış yorumlanabilir. Kur’ân ayetlerinin lâfzî yapısı ile mesellerin önemi buradan kaynaklanmaktadır; çünkü kavramlar arasında düşünülebilecek sayısız bağıntılardan sadece bazılarının geçerli olduğunun başka kanıtı yoktur. Akıl, bu kanıtlardan yoksun kaldığında veya onları yanlış yorumladığında, kolaylıkla bir eserde belirlenen hedeflerden sapabilir. Literatürde istisnasız şekilde dinî bir terim olarak yorumlanan, ancak gerçekte İslam’da biçimsel düşünme sorunu bakımından etkin bir rol oynayan sapma (ed-dalalet) kavramı, İslam düşüncesinde bu yüzden önemlidir.

Klasik İslam bilgeliğinin spektral düşünce yapısı, tarihten felsefeye kadar İslam bilgeliğinin çeşitli alanlarında görülen düşüncelerin genel bir niteliğidir. Söz konusu yapı, hakkında konuşulan olguların veya şeylerin tamamlanmamış olduğu veya değişim içerisinde bulunduğu görüşünden kaynaklanır. Çünkü tanımlamak, bir sürecin tamamlanmış sonucunu öngörmektir. Dolayısıyla tanımlanmış kavramlarla yapılan teorik çalışmalar, nihai olarak açık ve esnek değil katı ve kapalı sistemlere izin verir. İslam bilgeliği ürünü sistemlerin, açıklık ve esneklik özelliği buradan kaynaklanır. Öte yandan İslam bilgeliği metinlerinde görülen bu genel nitelik, çağdaş okurun, o eserlerdeki kavramsal inceliklerin üzerine bastığında, onları hissetmeden geçip gitmesine yol açar. Batılı yöntem bilgisini hazımsamış araştırmacılar, Batılı düşünme yönteminin parçalarına ayırarak seçikleştirme özelliğinin etkisiyle, bu inceliklerden bazılarını kolayca fark edebilmektedirler.

Bu noktada birisi haklı olarak şu soruyu sorabilir: Mademki Müslümanların düşünme sistemi açık ve esnekti, neden değişen durumlara ayak uyduramayıp çöktüler? Pek çok araştırmacı tarafından daha önce de defalarca sorulmuş olan bu sorunun cevabı, İslam medeniyetinin kültürel başkalaşım sonucunda dinamik temellerini yitirerek onları statikleştirmesidir.