16. Mağrib: Kuzeybatı Afrika - Endülüs

İslam siyasi tarihine ilişkin malumatımız, onu daha ziyade Şam-Bağdat odaklı Doğu ekseninde anlamamıza izin vermektedir. Bununla birlikte İslam’ın siyasi çerçevesi daha 7. yüzyılda kuzeybatı Afrika’yı ve 8. yüzyılın hemen başındaysa İber yarımadasını kapsar hale gelmiştir.16 Söz konusu kapsam, sadece İslam’ın siyasi ve bilimsel etkilerini doğu-batı çapında yaymakla kalmamış, aynı zamanda bu zemin üzerinde İslam bilgelerinin kendi içinde ve Batılı düşünürlerle iletişim kurmalarına yol açmıştır. Gazzâlî’nin, Meşrık’de (Doğu) İslam topraklarını siyasi bir düzen içerisine sokan Büyük Selçuklu devletiyle (1040–1157) olan ilişkisi neyse Mağrib’te (Batı) İslam birliğini sağlayan Murâbitûn devletiyle (1056–1147) olan ilişkisi de odur. Çünkü her iki devlet de yaklaşık olarak aynı dönemlerde kurulup hüküm sürmüş ve biri doğudan öbürü batıdan olmak üzere aynı zamanlarda Hıristiyan dünyasını hedef almıştır. Her ne kadar İslam birliğinin doğudaki serüveni nispeten daha iyi biliniyorsa da batıdaki durumu hakkında pek az şey bilinmektedir. Batıda Murâbitûn devleti, doğuda Büyük Selçuklu’ya benzer bir rol oynamışken; Murâbitûn’un el-Cezûlî’si ve Ebû Bekr İbnu’l-’Arabî’si, Selçuklu’nun el-Cuveynî’si ve el-Gazzâlî’sine benzer bir rol oynamışlardır.

9. Yüzyılda Müslüman olan güney Fas’ta, Büyük Sahra’nın batısını da kapsayan Lamtuna bölgesindeki Berberilerin lideri Yahyâ b. İbrâhim el-Kindâlî, Mâliki mezhebi fakihi Ebû ’Umrân el-Fâsî ile karşılaştığında dinî konularda kendilerine yardımcı olması için bir öğrencisini göndermesini ister. Bunun üzerine el-Fâsî, öğrencisi Ebû Muhammed Abdullah el-Cezûlî’yi (ö. 451/1059) Lamtuna’ya gönderir. el-Cezûlî, yeni Müslüman olmuş sayılan bölgedeki Berberilerin sünnetten saptıkları, dolayısıyla İslam’dan uzaklaştıkları kanaatine vardığından orada İslam’ı yerleştirip sağlamlaştırmak ister. Bu istek, aynı zamanda Lamtuna yönetiminin isteği olduğundan, elCezûlî’nin ilkin Mağrib (Kuzeybatı Afrika) ardından Endülüs’ü (İspanya) kapsayan projesinin siyasi ve askeri lojistiğini Emîr Yusuf b. Taşfîn (ö. 500/1106) üstlenir. Bu hareket, aynı zamanda Murâbitûn devletinin temelini oluşturur.

İbn Taşfîn’in elçileri olan Kadı Ebû Bekr ve babası İbnu’l-Arabî, 485/1092 yılında Bağdat’a giderek Abbasi halifesi el-Mustazhir Billah’la (487/1094-512/1118) görüşmüşlerdir. Bu elçilik yolculuğunun amacı, İbn Taşfîn’in, hâkimiyeti altındaki prensliklerle yaşadığı çatışmaya bir son vermek ve İspanyolların yeniden saldırmalarına fırsat tanımamak için Abbasi halifesinin desteğiyle devletinin birliğini sağlamaktır. İbn Taşfîn’in elçilerle yolladığı talebi, hilafet makamının, Murâbitûn tarafından elde edilen bütün mülkün Yusuf b. Taşfîn’e ait olduğunu, İbn Taşfîn’in ise Abbasi halifesinin emrinde olduğunu, ona itaatin halifeye itaat ve isyanın da halifeye isyan anlamına geldiğini onaylamasıdır. Yaşlı ve tecrübeli bir lider olan İbn Taşfîn Bağdat’la olan ilişkilerinde son derece dikkatli davranmıştır. Özellikle ez-Zelâka savaşındaki (479/1086) zaferden sonra Marakeş merkezli Murâbitûn devletinin serveti ve kudreti, aslında Bağdat’ı gölgede bırakacak kadar büyüktür. Böyle bir siyasi bağlamda İbn Taşfîn’e yöneltilen ve sadece Abbasi halifelerinin kullandığı Emîru’l-Mu’minîn (Müminlerin Reisi) lakabı yerine o, özenle Emîru’l-Muslimîn (Müslümanların Reisi) sıfatı ile Abbasi hilafetinin kendisine verdiği el-Kâhiru Bi-llâh (Allah’ın Yardımıyla Muzaffer Olan) sıfatını tercih etmiştir. Aynı elçiler, Şam’da Gazzâlî ile de görüşmüşler ve ondan yukarıdaki talebi karşılayacak bir fetva yazmasını talep etmişlerdir. Gazzâlî bu talebe olumlu cevap vererek İbn Taşfîn’in istediği fetvayı yazmıştır. Bu kısa notlarla, İslam toprakları üzerindeki büyük devletlerin ve düşünürlerin, hem siyaset hem de bilgi alanlarında yarattıkları paylaşımın haritasına göz atmış olduk.