2. Hz. Ömer ve Dönemi

Hz. Ebû Bekir, namaz kılamayacak derecede hasta olup ölümünün yaklaştığını anlayınca Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkan riskin tekrarlamaması için sahabenin ileri gelenleriyle toplantı yaparak, kimin halife olması gerektiği konusunda müzakerede bulundu. Sonunda varılan görüş birliği Hz. Ömer’i işaret ediyordu. Yanına Hz. Osman’ı alarak gittiği Mescid-i Nebevî’de Müslümanlara Ömer’i halife tayin ettiğini tebliğ etti. Hz. Ömer, Müslümanlar tarafından Müminlerin Emiri (emîru’l-mu’minîn) ünvanıyla nitelendi ve bu unvan sonraki bütün halifeler tarafından kullanıldı.

Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ömer’i Halife Tayin Etmesi ve Tavsiyeleri

Hz. Ebû Bekir kendisinden sonra kimin halife olacağı konusunda birçok sahabî ile istişare etti ve bu görüşmeler sonunda en uygun adayın Hz. Ömer olduğu kanaatine vardı. Ardından Hz. Osman’a bir ahidnâme yazdırarak vefatından önce halka okuttu. Hz. Ebû Bekir’in ahidnâmesi şöyledir:

Bu, Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe’nin dünyadan ayrılırken son deminde, âhirete giderken ilk anında, kâfirin iman ettiği, günahkârın tevbe ettiği ve yalancının doğru söylediği bir anda yaptığı ahiddir. Ben, Ömer b. Hattâb’ı kendime halef tayin ettim. Onu dinleyip itaat ediniz. Ben bu davranışımla Allah’a, Resûlüne, dinime, kendime ve size iyilik dilemiş bulunuyorum. Ondan umduğum ve beklediğim, adaletli davranmasıdır. Aksi hareket ederse, herkes iyi veya kötü, yaptığının karşılığını elbette bulur. Ben iyilik istiyorum. Gaybi Allah’tan başka kimse bilemez. “Zulmedenler, nasıl tepe taklak devrileceklerini er geç göreceklerdir” (Kur’ân 26: 227). Allah’ın selâmı ve rahmeti üzerinize olsun.

Muhammed Hamidullah 1965. el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrut, s.405.

Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’e şu tavsiyelerde bulundu:

Ey Hattaboğlu! Ben seni geride bıraktıklarıma bakarak yerime geçirdim. Resûlullah ile uzun süre arkadaşlık ettim. Gördüm ki, o bizi daima kendisine, aile halkımızı da kendi aile halkına tercih ederdi. Öyle ki, onun bize verdiklerinden arta kalanları biz tekrar onun aile halkına hediye ederdik. Sen de benimle arkadaşlık ettin. Benim daima benden öncekilerin, yani Resûlullah’ın yolunu takip ettiğimi gördün. Vallahi, uyumadım ki, rüya göreyim. Vehme kapılmadım ki hataya düşeyim. Ben asla hak yoldan ayrılmadım. Ey Ömer! Senin kaçınmanı istediğim ilk şey nefsinin arzularına uymandır. Çünkü her nefsin bir şehevi arzusu vardır. Onu yerine getirdiğin vakit ısrarla başka şeyler ister. Resûlullah’ın ashabından şu karınları şişmiş, gözlerini dünya hırsı bürümüş, sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kimselere karşı dikkatli olmanı, onları uyarmanı, senin de titiz davranmanı istiyorum. Şüphesiz onlardan birinin hataya düşmesi şaşılacak bir şeydir. Sakın hayret edenlerden olma. Bil ki, sen Allah’tan korktuğun müddetçe onlar da senden çekineceklerdir. Sen doğru olduğun sürece onlar da senin yolunda doğruluğa devam edeceklerdir. Bu benim sana vasiyetimdir. Ey Ömer! Allah’ın geceleyin yerine getirilmesini istediği bazı hususlar vardır ki, onları gündüz kabul etmez. Gündüz yapılmasını istediği bazı şeyler vardır ki, onları da gece kabul etmez. O, farz ibadetler yerine getirilmedikçe nafileyi kabul etmez. Görmez misin ey Ömer! Kıyamet gününde terazilerin kefesi ağır basanlar Hakk’a tabi olup kendilerine yüklenen sorumlulukları yerine getirenlerdir. Yarın üzerine haktan başka hiçbir şeyin konulmadığı bir terazi kefesinin ağır basması elbette ki haktır. Görmez misin yâ Ömer! Kıyamet gününde terazilerinin kefesi hafif gelenler, batıla uymaları yüzünden bu sonuçla karşılaşacaklardır. Hiç şüphesiz yarın üzerine batıl şeylerin konulup tartıldığı bir terazi kefesi de hafif gelecektir. Görmez misin, Kur’ân-ı Kerim’de rahatlık âyeti zorluk ve sıkıntı âyeti ile birlikte, sıkıntı âyeti de rahat ve huzur âyetiyle nâzil olmuştur (“Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır. Şüphesiz her güçlükle bir kolaylık vardır” Kur’ân 94: 5-6). Böylelikle mü’minin Allah’ın cennetinden ümitvar, cehenneminden de korku içinde olması amaçlanmıştır. Dolayısıyla kendisinin hakkı olmayan bir şeyi arzulamasın ve kendisinin sebep olduğu bir şeyden de korkmasın. Görmez misin ki, Allah cehennemlikleri en kötü amelleriyle birlikte zikretmiştir; ben bunları hatırladığım zaman, cehennem ehlinden olmamayı ümit ediyorum. Diğer taraftan cennet ehlini de en güzel amelleriyle birlikte zikretmiştir. Çünkü onların günahlarını bağışlamıştır. Bunları düşündüğüm zaman da “benim amelim nerede, onlarınki nerede!” diye hayıflanırım. Benim vasiyetimi tutarsan dünyadaki hiçbir şey, sana gelmesi yakın ve kaçınılmaz olan ölümden daha sevimli olmasın.

Ebû Yûsuf 1430/2009. Kitâbü’l-Harâc, nşr. Muhammed el-Menâsîr, Amman, s. 104–105; İbnü’l-Esîr, II, s. 426–42. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı

Hz. Ömer’in Halife Olunca Yaptığı Konuşma

Hz. Ebû Bekir’in vefat ettiği gün Hz. Ömer Mescid-i Nebevî’de biat alan (13/634) Hz. Ömer bir konuşma yaptı. Bu konuşmada şunları söyledi:

Allah beni sizinle, sizi de benimle imtihan ediyor. Eğer insanlar güzel davranırlarsa kendilerine de güzel davranılır. Eğer onlar kötülük yaparlarsa kendilerine de aynı şekilde muamele edilir. Araplar sürücüsünün peşinden giden uysal develere benzer. Bu bakımdan develer sürücünün kendilerini nereye götürdüğüne dikkat etsin. Kâbe’nin rabbine yemin olsun ki, ben bu ümmeti en doğru yola götüreceğim.

İbn Sa’d 1388/1968. et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut, III, s. 275; Taberî 1960–70. Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl, I-XI, Kahire, III, s. 433. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı

Hz. Ömer’in Adalet ve Sorumluluk Anlayışı

Hz. Ömer adalet ve sorumluluk anlayışıyla tanınan bir halife idi. Sert mizaçlı olmakla birlikte Allah’tan korkması ve âhirette yaptıklarından hesap vereceğine dair olan kesin inancı şahsî özellikleri arasında adalet ve mesuliyet duygusunu ön plana çıkarmış, bu duygu onu sert ve haşin davranışlardan uzak tutmuştur. Ayrıca Hz. Ebû Bekir döneminde Medine’deki kazâ işlerinin başında bulunarak tecrübe kazanmış, adalet sahasında gerçekleştirdiği icraatıyla insanlık tarihine geçmiştir. Onun hakkında Hz. Âişe ’’Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner’’ demiştir.

Halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamaya dikkat etmiş, sıradan bir insan gibi yaşamıştır. Kaynaklarda zâhidâne bir hayat sürdüğü uzun uzun anlatılmaktadır. Hz. Ömer kul hakkına riayet hususunda çok hassastı. Savaşlarda Müslümanların zarara uğramaması için gerekli tedbirleri alır, valilere de bu doğrultuda emirler verirdi. Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. Halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük hassasiyet gösteren Hz. Ömer emir ve yasakları önce kendi şahsında uygular, halka verdiği emirleri aile mensuplarına da söyleyerek bunlara riayet edilmesini isterdi.

Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmâlden yiyecek taşırdı. Güç yetiremeyecekleri işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlardı. Aynı şekilde hayvanlara fazla yük yükletilmesine müdahale ederdi.

Hz. Ömer’in şu sözü onun sorumluluk ve adalet anlayışını veciz bir şekilde ifade eder:

“Muhammed’i hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir deve helâk olsa Allah’ın onun hesabını benden sormasından korkarım”

İbn Sa’d 1388/1968. et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut:, III, s. 305; Taberî 1960-70. Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl, I-XI, Kahire, IV, s. 202–20. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı

Hz. Ömer’in Mali Konularda Halka ve Yöneticilere Yaptığı Konuşma

Ey İnsanlar! Hiçbir kimse hakkını elde edebilmek için başkasının Allah’a asi olmasını isteyemez. Bana göre bir malı ancak şu üç şey meşru hale getirir: 1. Hak ile (meşru yollardan) alınması 2. Hak edenlere sarf edilmesi 3. Alınışında ve harcanmasında haksızlıklardan mutlaka kaçınılması.

Benim bu mallarınızla olan alakam yetimin velisi olan kişinin yetimle olan alakası gibidir. Eğer kendi gelirim bana yeterse beytülmalden hiçbir şey almam. Eğer ihtiyacım olursa o zaman da sadece meşru olanı yeteri kadar alırım. Bir kimsenin başkasına zulüm ve haksızlık etmesine asla izin vermem. Haksızı yere serip Hakk’a boyun eğinceye kadar başını ezerim. Ey insanlar! Sizin benden isteyeceğiniz birtakım haklarınız vardır. Bu haklara sahip çıkın ve hakkınızı arayın. 1. Benim görevim, sizden tahsil edeceğim vergileri ve arazi gelirlerinden alacağım öşürleri hak ve adalet üzere almaktır. 2. Bana düşen görev, mal benim elime geçtiği zaman hak edenlere sarf edilmesini sağlamaktır. 3. Benim vazifem, sizin maaş ve erzakınızı artırmak, Allah’ın yardımı ile kale ve sınırları korumak ve müdafaa etmektir. 4. Bana düşen, sizi tehlikeye maruz bırakmamak ve uzun müddet kalelerde tutmamaktır.

Yakında öyle bir zaman gelecek ki, bu dönemde güvenilir insanlar az, dünyalık peşinde koşan hafızlar çok; gerçek fakihler az, muhteris kimseler çok olacaktır. Öyle insanlar vardır ki, ahiret için çalışıyormuş gibi görünürler; halbuki onlar sonu gelmez dünyevi istekler peşindedirler. Ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi bu davranışlar da sahibinin din ve imanını bitirir. Dikkat edin, sizin aranızdan her kim bu insanlara yetişirse Allah’tan korksun, ona sığınsın ve sabretsin.

Ey insanlar! Allah kendi hukukunu yarattıklarının hukukundan üstün tutmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır. “O melekleri ve peygamberleri ilâh edinmenizi emretmez. Zaten kendinizi Allah’a tam teslim ettikten sonra hiç o sizi hakikati inkâra davet eder mi?” (Kur’ân 3: 80).

Dikkat ediniz! Ben sizi halka baskı yapasınız ve zorbalık edesiniz diye tayin etmedim. Ben sizi ancak halkı doğru yola sevk edecek rehberler ve idareciler olarak gönderiyorum. Müslümanların haklarını vakit kaybetmeksizin veriniz. Onları döverek zillete düşürmeyiniz. Ayrıca gereğinden fazla övüp de onları şımartmayınız. Böyle yaparsanız fitneye sebep olursunuz. Halka kapılarınızı daima açık tutunuz. Aksi takdirde kuvvetliler zayıfları ezer. Halkın bir kısmını diğerlerine tercih etmeyiniz. Böyle yaparsanız haksızlık etmiş olursunuz. Halkın dert ve sıkıntılarından bihaber yöneticiler olmayınız. Onları küffârla savaşa sevk ederken güç ve takatlerini göz önünde bulundurunuz. Düşmanla karşılaştıkları zaman zaafa düşeceğini bildiğiniz kimseleri savaşa göndermeyiniz. Savaşta dikkat edilmesi gereken en önemli husus budur.

Ey insanlar! Ben sizi şehirlerdeki valilere şahit tutuyorum ve onların icraatlarını yakından takip etmenizi istiyorum. Ben onları ancak size dininizi öğretmek, fey gelirlerini taksim etmek ve aranızda adaletle hükmetmeleri için gönderiyorum. İçinden çıkamadıkları zor meselelerle karşılaşırlarsa onları bana havale etsinler.

Ebû Yûsuf 1430/2009. Kitâbü’l-Harâc, nşr. Muhammed el-Menâsîr, Amman s. 394–396; Taberî 1960–70. 
Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl, I-XI, Kahire, IV, 204) 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı

Hz. Ömer’in Fethedilen Arazileri Eski Sahiplerine Bırakması

Ben Allah’ın sana ihsan ettiği ganimetleri ve şehir ve kasaba halkıyla yaptığın antlaşmaları inceledim. Bu konuda sahabîlerle istişare ettim. Ben Allah’ın kitabına uyarak şu görüşü benimsedim. Haşr Sûresi’nde (59: 10) yer alan “Gelecek nesiller...” ifadesinden Hz. Âdem’in beyaz, siyah ve kırmızı [derili] çocukları kastedilmektedir. Allah onlardan sonra gelecekleri bu fey’e ortak etmiştir. Allah’ın sana fethini nasip ettiği ülkelerin fey’ini sahiplerinin elinde bırak. Onlara güçleri nispetinde cizye koy ve bu cizye gelirlerini Müslümanlar arasında paylaştır. Toprağı onlar işlemeye devam etsinler. Çünkü onlar bu işi daha iyi bilirler ve tarım işlerine daha yatkındırlar. Ne senin ne de beraberindeki Müslümanların anlaşma gereğince bu insanları fey kabul etmeye hak ve yetkileri yoktur. Onlardan ödeyebilecekleri kadar cizye al. Çünkü Allah bize ve size takip edeceğimiz esasları beyan etmiştir (Kur’ân 9: 29). Sen onlardan cizye aldığın vakit bu Allah’ın emri olduğu için bir mesuliyet doğmaz. Eğer biz o ülkeleri halkıyla beraber alıp Müslümanlar arasında paylaştıracak olursak bizden sonra gelecek olan Müslüman nesillere hiçbir şey kalmaz. Allah’a yemin ederim ki, eğer bu araziler sahipleriyle birlikte Müslümanlar arasında taksim edilirse geriden gelecek Müslümanlar ve zimmîler konuşacak bir insan dahi bulamayacakları gibi kendilerinin emeği olan iş ve kazançlardan da faydalanamayacaklardır. Arazileriyle birlikte taksim edilen bu insanlara gelince Müslümanlar sağ kaldıkları sürece onları sömürmeye devam ederler. Netice itibariyle bizler vefat edince çocuklarımız onların çocuklarını sömürmeye ve köle olarak kullanmağa devam edeceklerdir. Artık onlar İslam dininin hâkimiyeti sürdüğü müddetçe Müslümanların kölesi olurlar. Ben buna asla razı olamam.

Ebû Yûsuf 1430/2009. Kitâbü’l-Harâc, nşr. Muhammed el-Menâsîr, Amman, s.,445-447. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı