2. Kelimebilgisi ve Lugat

Kelimebilgisi (es-sarf) ve lügat, Arap dilbiliminin temel disiplinlerindendir. Kelimebilgisi ve lügatin gelişiminde, hem Arapçanın değişik lehçelerinin bulunması hem de Arapçada yabancı kelimelerin bulunması rol oynamıştır. Lügat bilginleri, Arapların kullandığı kelimeleri ortaya çıkarmak ve anlamlarını tespit etmek için halkın konuştuğu dildeki kelimeleri araştırmak için “Bâdiyetü’l-Arab”a, yani çöle gitmişlerdir. Bunun nedeni, yabancı dillerin etkisi altına aldığı medeni veya denize yakın yerlerden en uzakta olan bedevilerin Arapçasının daha saf olduğu inancıdır. Kelimebilgisi ve lügat üzerine günümüze ulaşan en eski eser Halîl b. Ahmed’e aittir. O, Kitâbu’l-Ayn’da derlediği kelimelerin morfolojik yapısını incelemiş ve Arapça kök kelimelerin bugüne geldiği şekliyle üç, dört, beş ve altı harfli guruplar oluşturduğunu tespit ederken, eserindeki kelimelerin düzenlemesini fonolojik bir yöntemle yapmıştır.

Kelimebilgisine Giriş: Halîl b. Ahmed

Tam adı Ebû Abdurrahmân el-Halîl b. Ahmed b. Amr b. Temîm el-Ferâhîdî (ö. 175/791)’dir. 100/718 yılında Umman’da doğdu. Hayatı Basra’da geçti. Gramer, kelime bilgisi ve aruz ilimlerini sisteme kavuşturan, günümüze ulaşan ilk sözlüğü telif eden ünlü dil ve edebiyat âlimidir. Ayrıca o, vezin ve kâfiye gibi nazımla ilgili terimlerin çoğunu tesbit ve tarif etmiştir. Halîl’in Arap dilbilimine en büyük katkısı. kelimebilgisini (morphology) matematik kombinasyon fikri üzerine kurması olmuştur. Cahız’a göre Halîl, Hint düşüncesinden etkilenmiştir. Halîl aynı zamanda kriptolojiye (şifrebilimi) ilişkin ilk fikirleri geliştirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm üzerine yaptığı çalışmalar da çok önemlidir. Çünkü o, ed-Düelî’nin Kur’ân’a koyduğu yuvarlak noktalardan ibaret ilk harekeler yerine yatık elif, vâv ve uzaltılmış yâ harflerinin küçük şekillerinden bugünkü fetha, zamme ve kesrayı bulmuş, tenvin, hemze, şedde, revm ve işmam gibi imlâ işaretleri için de ilk defa olarak yine küçük ve kısaltılmış harfleri kullanmıştır. En önemli hocaları Îsâ b. Ömer es-Sekafî, Ebû Amr b. el-Alâ ve Ahfeş el-Ekber’dir. En önemli talebeleri, el-Kitâb müellifi Sîbeveyhi, Müerric es-Sedûsî, Nadr b. Şümeyl, Ahfeş el-Evsat ve Asmaî’dir. Kelimeleri gırtlaktan çıkış yerlerine göre ele aldığı sözlüğüne ayn harfiyle başlamış, bu sebeple de Kitâbü’l-’ayn adını vermiştir. Aşağıda Halîl’in kelimebilgisine ilişkin bu eserinin önsözü sunulmuştur.

Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla.

Allah’a hamd ile başlıyor, bizi doğruya iletmesini istiyor, sadece O’na tevekkül ediyoruz. O bize yeter, O ne güzel vekildir.

Bu, Halîl bin Ahmed el-Basrî (ra)’nin eseridir. Bu eser elif, be, te, se gibi harfler ve onların birleşmesinden meydana gelen kelimeleri inceler, Arap kelâmı ve lafızları da bunlardan oluşur. Arapların şiirlerinde, atasözlerinde ve hitaplarında kullanmış olduğu her şeyi istisnasız ele alacaktır. O, eserine elif, be, te, se sırasıyla başlamamıştır. Çünkü elif illetli bir harftir. Elif’le başlayamayınca ikinci harf olan be ile başlamayı da hoş görmemiştir. Çünkü böyle bir şeye gerekçe sunmak ve iyice araştırmak gerekir. O, konuyu düşünmüş, bütün harflere bakmış [ve lafızların tamamının boğazdan çıktığını görmüştür]. Bu nedenle boğazın en derininden çıkan harfle başlamayı uygun görmüştür. O, ağzını elifle açıyor sonra da ’eb, et, eḫ, e’, eğ…’ örneklerinde olduğu gibi harfi ortaya çıkarıyor. Sonuçta ayın harfinin boğazın en derininden çıkan harf olduğunu görüyor. Bu nedenle kitabına bu harfle başlıyor, sonra mahreci ona yakın harflerle devam ediyor. Bu şekilde boğazın en derininden en üste doğru gidiyor ve sonunda da mim ile bitiriyor.

Sana bir kelime sorulduğunda ve onun yerini öğrenmek istediğinde kelimenin harflerine bak.

Halil, elif, be, te, ṯe harflerini ele almış ve bunları boğazdaki çıkış yerlerine göre şu sıraya koymuştur:

Ayn, ḥâ, he, ḫa, gayn - qaf, kef - cim, şin, ḍâd - ṣâd, sîn, ze - ṭı, dal, te - ẓı, ṯe, ẕel - rı, lâm, nun - fe, be, mim - vav, elif, ya - hemze.

Ebû Muâz Abdullah bin Âiz, “Bu kitaptaki her şeyi el-Leys bin el-Muzaffer bin Nasr bin Seyyâr bana Halil’den rivayet etti” diye söylemiştir.

Leys “Halil şöyle dedi” demiştir:

Arapça kelimeler “İkili, üçlü, dörtlü ve beşli” olmak üzere dört gruba ayrılır. İkililer “qad, lem, hel ve lev” vb. edatlardan oluşur. Üçlüler “ḍarabe, ḫarace ve deḫale” gibi üç harfli fiillerle, “ ’Umer, cemel ve şecer” gibi üç harfli isimlerden oluşur. Dörtlüler “deḥrace, hemlece ve qarṭase” gibi fiillerle “’abqar, ’aqrab, cündüb” vb. gibi dört harfli isimlerden oluşur. Beşliler ise “isḥankeke, iqşe’arra, isḥanfera ve isbekerra” gibi fiillerle, “sefercel, hemercel, şemerdel, kenehbel, qara’bel, ’aqanqal ve qaba’ṯer” gibi beş harfli isimlerden oluşur. “İsḥankeke, iqşe’arra, isḥanfera ve isbekerra” fiillerindeki elifler aslî harf değildir. Bu elifler, fiil vb. kelimelere aslî harfleri telaffuzu için dile bir dayanak ve araç olarak eklenirler. Çünkü dil, sâkin bir harfle kelimenin telaffuzuna başlayamaz ve vasıl elifine ihtiyaç duyar. Bu sebeple “deḥrace, hemlece ve qarṭase” gibi fiillerde bir araç olarak elife ihtiyaç duyulmamıştır. İnşâallah bunları iyi kavrarsın. Şunu iyi bil: “İqşe’arra ve isbekerra” fiillerindeki râ harfleri birbirine idgâm edilmiş iki râ’dır ve şedde de idgâm alâmetidir. Halil şöyle demiştir: Araplarda aslî harfleri beşi geçen ne bir isim ne de bir fiil vardır. Beş harfi geçen bir fiil veya isim görürsen bil ki onda kelimenin aslından olmayan zâid bir harf vardır. Meselâ “qara’belâne” kelimesinin aslı “qara’bel”, “ ’ankebût” kelimesinin de aslı “ ’ankeb” lafzıdır.

Halil şöyle demiştir:

Bir isim, “Sa’d, ’Umer” vb. kelimelerde olduğu gibi en az üç harften oluşur. Başlangıç harfi, ortada gelen harf ve kelimenin bittiği harf.

Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, nşr. Mehdî el-Mahzûmî – İbrâhim es-Sâmerrâî, Dâru ve mektebetü’l-hilâl, yy., ts., I, 47-49. 
Çeviren: Ali Bulut

Lugate Giriş: İbn Düreyd

Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Düreyd el-Ezdî el-Basrî (ö. 321/933) Arap dili âlimi, edip ve şair. 223/838 yılında Basra’da doğdu. Düreyd dedesinin adıdır. Ezd kabilesinden olduğu için Ezdî nisbesiyle de anılır. İbn Düreyd tahsilini Basra’da yaptı. Daha sonra Ummân’a gitti ve burada 12 sene kaldı. Sonra Bağdat’a döndü, oradan da Fars bölgesine gitti. Mîkâlîlerin Fars hâkimiyeti döneminde divan başkâtibi olarak çalıştı. el-Maksûre isimli kasîdesiyle bu aileyi methetti. Daha sonra Bağdat’a gitti. Halife Muktedir- Billâh kendisine aylık 50 dinar maaş bağladı. Ebû Hatim es-Sicistânî, Riyâşî, Sa’leb gibi birçok âlimden ders aldı. Kendisinden ise Sîrâfî, Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Ebû Ali el-Kâlî, Ebû Ali el-Fârisî, İbnü’s-Serrâc, İbn Hâleveyh, Rummânî, Zeccâcî, Merzübânî, Mütenebbî gibi âlim ve edipler ders aldılar. Rivâyete göre, İbn Düreyd, el-Cemhere adlı sözlüğünü yetmiş yaşını geçmişken ezberden yazdırmıştır. Alfabetik olarak yazılmış ilk sözlük olan ve sadece güncel kelimelere yer veren eser, İbn Abbâd tarafından Cevheretü’l-Cemhere adıyla ihtisar edilmiştir.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Sadece O’ndan yardım dileriz. O’nun salavat ve selamı Efendimiz Muhammed’in ve ailesinin üzerine olsun.

Allah’a hamd olsun. O, ezelden hikmet sahibi olan, her şeyden haberdar olan, başlangıcı olmayan kadim ve evvel, sonu olmayan dâim ve bâkîdir. İradesiyle mahlûkâtı yaratmış ve yine iradesiyle hareket ettirmektedir. Bu konuda ne bir yardımcıya ihtiyaç duymakta, ne de işleri yönetecek birinin arkadaşlığına ihtiyaç duymaktadır. Bu konuda ne bir yorgunluğa düşmekte ne de bundan dolayı kendisine gevşeklik gelmektedir. Sanatında asla bir düzensizlik, yaratmasında da kesinlikle herhangi bir çelişki yoktur. Bilâkis bütün bunları mükemmel bir şekilde ve değiştirilemez bir emirle yapmıştır. O’nun hikmeti bütün akılların ötesindedir. O’nun kudreti, keskin zekâların dahi idrak edemeyeceği şekilde latiftir. Nimetlerinden dolayı O’na hamd ederim. Daha fazla hamd etmeyi nasip eden O’dur. O’ndan doğruya iletmesini, hatadan korumasını ve hikmeti nasip etmesini niyaz ederim. Acizlikten, sıkılmaktan, kendini beğenmekten ve şımarıklıktan O’na sığınırım. O’ndan rahmetinin müjdecisi ve cezâsının uyarıcısı Muhammed’e rahmet etmesini diliyorum.

Ben bu asırda yaşayanların, edebiyattan uzak, onu öğrenme konusunda gevşek, bilmediklerine düşman olduklarını ve kendilerine öğretilecek şeyin kıymetini bilmediklerini gördüm. Bana göre Allah’ın, kuluna bağışlamış olduğu en değerli şeyler, anlayış gücü, kendine sahip olma kuvveti ve hevâsına hâkim olmayı sağlayan akıldır. Zamanımızdaki yaşlı insanlara gaflet hâkim olmuştur. Çünkü cehâlet onları sürükleyip götürmekte ve kendilerine verilen emâneti zayi etmektedirler. Bu kimseler, kendileri için gerekli olan şeyleri araştırmayı ihmal etmekte, yalnızca yaşadıkları ânı düşünmektedirler. Kabiliyetli ve gayretli gençler de hevâ ve arzularının etkisinde kalmakta, hayır yollarından uzaklaşmaktadırlar. Bütün bu sebeplerle, ben de ilmin değerini bildiğim için, kendimi ilmi yayma görevine adadım. Çünkü bu, benim için ebedî bir övgü demektir. Bana doğruyu gösterecek âkil insanlarla yakınlık kurdum. Gaflet içindeki cahillerden uzak durdum. İlmin kıymetini bildiğim için onu, layık olmayanlara ve onun kıymetini bilmeyenlere öğretmekten sakındım. Son olarak Ebû’l-Abbâs İsmail b. Abdullah b. Muhammed b. Mîkâl –Allah onu muvaffak eylesin– ile bir arada bulundum. O parlak bir yıldız, başarılı bir önder, büyük bir hikmet sahibi, sağlam bir âlimdir. Hikmet ehline saygı duyar, ilim ehlini kendine yaklaştırır, edebi yerinde araştırarak bulur. Mal-mülk heveslileri ondan bir şey ummaz, gençlik ateşi onu endişelendirmez. Gizlediğim şeyi korumak için onun sebebiyle elimden geleni yaptım, sakladığım şeyi açığa çıkardım, cimrisi olduğum şeyde cömert oldum, pintisi olduğum şeyi açığa çıkardım. Onun yanında ilme bir geçit olduğunu ve ilim ehlinin de bir ayrıcalık kazandığını gördüm. Değerli olan şey, en korunaklı yerde saklanır. Ekinler de en bereketli topraklara emânet edilir.

Neticede hiç tereddüt etmeden Cemheratü’l-luğa isimli eserime başladım. İlk önce noktalı harfleri ele aldım. Çünkü bunlar bütün Arap kelamının aslıdır. Kelimelerin yapısı ve birleşmesi hep bunlar etrafında döner. Birbirine yakın ve birbirinden farklı kelimeler, yaygın ve nâdir olanları bunlarla bilinir. Bu kitabı yazarken âlimlerimizi küçümsemedim, geçmişlerimizi yaralayıcı bir söz söylemedim. Böyle bir şeyi nasıl yapabilirim ki? Biz ancak onları örnek alırız ve onların yoluna tabi oluruz ve onların attıkları temel üzerine binamızı kurarız. Ebû Abdurrahman el-Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî –Allah ondan razı olsun– Kitâbü’l-’ayn’ı telif etmiştir. Bu eser, onun başarısını yakalamak isteyenleri yormuş, onun zirvesine çıkmak isteyenleri sıkıntıya sokmuştur. İnsaflı kimse onun üstünlüğünü itiraf eder, inatçı olansa itiraf etmiş gibi görünür. Ondan sonra gelen herkes, ister kabul etsin ister etmesin, onun yolundan gider. Fakat o, -Allah rahmet eylesin– eserini hem kendi çevik bir kavrayış ve keskin zekâsına, hem de o devirde yaşayanların kuvvetli zihinlerine uygun bir şekilde telif etmiştir. Noksanlık insanlarda yaygın, acizlik de hepsinde bulunmakla birlikte, biz ufuk çizgilerindeki parlak yıldızlar gibi bazı üstünlükleri bulunan bu kitabı yazdık. Zorlukları kolaylaştırdık, tümsekleri düzleştirdik. Önce noktalı harfleri yazmaya başladık, çünkü bu harfler gönüllerde daha kalıcı, kulaklarda daha etkilidir. Ayrıca bunları ilim ehli kimseler bildiği gibi halk da bilir. Bunları öğrenenler şaşkınlığa düşmeden maksadı daha iyi anlarlar…

Bil ki harflerin mahreçleri birbirine yakın olduğunda telaffuzu dile ağır gelir…

Bil ki dilde aynı cinsten üç harf tek bir kelimede, telaffuz güçlüğünden dolayı, neredeyse hiç bulunmaz. Bunların da en zoru boğaz harfleridir. Ancak iki harf bir kelime bir arada gelmiştir. Eḫ, uḥud, ehl, ’ahd, neḫ gibi…

Bil ki Araplar tarafından en çok kullanılan harfler vâv, yâ ve hemzedir. Dile ağır geldiği için en az kullanılan harf ẓâ, sonra sırasıyla ẕel, ṯe, şîn, qâf, ḫâ, ’ayn, gayn, nûn, lâm, râ, bâ, mîm harfleridir…

İbn Düreyd, Cemheratü’l-luğa, nşr. Remzî Münîr Baalbekî, Dâru’l-ilm li’l-melâyîn, I, s. 39– 40, 46, 50. 
Çeviren: Ali Bulut

Önsöz: el-Cevherî

Tam adı Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî el-Fârâbî (ö. 400/1009’dan önce)’dir. Fârâb’da doğdu. Aslen Türk’tür. Kıymetli taş yapımı veya ticaretiyle uğraşan kimse mânâsına gelen Cevherî nisbesiyle anılmasının sebebi bilinmemektedir. Tahsiline Fârâb’da Dîvânü’l-edeb adlı sözlüğün yazarı olan dayısı İshak b. İbrahim el-Fârâbî’den (ö. 350/961) ders alarak başladı. Daha sonra Bağdat’a gitti ve orada Sîrâfî ile Ebû Ali el-Fârisî gibi âlimlerden ders aldı. Hem kendisini geliştirmek, hem de dil malzemesi toplamak amacıyla birçok Arap kabilesine seyahat etti. Bu seyahatlerden sonra bir süre Damgân’da ders verdikten sonra Nîşâbur’a gitti. Burada hem talebe yetiştirdi, hem de Kur’ân-ı Kerîm yazmakla meşgul oldu. İyi bir hattattı. esSıhâh adlı sözlüğünü de burada telif etti. En önemli talebeleri, Ebû Sehl Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Herevî. İsmail b. Muhammed b. Abdûs ed-Dehhân ve Ebû İshak İbrahim b. Sâlih el-Verrâk gibi âlimlerdir. es-Sıhâh Tâcü’l-luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye ismiyle basılan sözlüğü, hem kelimeleri son harf esasına göre tertip etmesi, hem de sadece sahih kelimelere yer vermesi bakımından önemli bir eserdir. es-Sıhâh üzerine ihtisar, şerh, tekmile ve tenkit türünden birçok çalışma yapılmıştır. Mehmed Efendi Vânî Vankulu (1000/1592) Lügat-i Vankulu Tercüme-i Sıhah-ı Cevherî adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.

Allah’a hamd, verdiklerine şükür, Muhammed (sav) ve âline de salât olsun. Ben, bu dilde sahih ve güvenilir kelimeleri kitabıma aldım. Allah, bu dilin konumunu şereflendirmiş, din ve dünya ilimlerini onu bilmeye bağlamıştır. Benden önce hiç kimse böyle bir tertibi kullanmamış, böyle bir düzenleme yapmamıştır. 28 bâbdan oluşan eserin her bir bâbı da yine 28 fasıldır. Bunda da alfabenin harf sayısı ve sırası esas alınmıştır. Bu bilgileri Irak’ta rivâyet yoluyla topladım, dirâyet yoluyla da iyice sağlamlaştırdım. Arab-ı âribe ile yaşadıkları çöllerde bizzat görüşerek onlardan dil malzemesi aldım. Bu konuda hiçbir nasihati ihmal etmedim ve var gücümle çalıştım. Allah, hem bizi hem de sizi bununla faydalandırsın.

Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî el-Fârâbî 1407/1987. es-Sıhâh Tâcü’-luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, nşr. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Beyrut: Dâru’l-ilm li’l-melâyîn, I, s. 33. 
Çeviren: Ali Bulut

Lugate Giriş: İbn Fâris

Tam adı Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ b. Muhammed er-Râzî el-Kazvînî el-Hemedânî el-Mâlikî (ö. 395/1004)’dir. Hicrî 306/918 veya 308 yılında Kazvin’de doğdu. Daha sonra Hemedân’a yerleşti. Uzun bir süre burada kaldıktan sonra Rey valisi Fahrüddevle’nin oğlu Mecdüddevle’yi okutmak üzere bu şehre gitti ve geri kalan ömrünü burada geçirdi. Râzî nisbesi burada kalmasından dolayı verildi. Rivâyete göre, Rey’e yerleşince İmâm Mâlik gibi büyük bir âlimin mezhebine bağlı kimsenin olmadığını görünce, Şâfî mezhebinden Mâlikî’ye geçti. Kazvin, Hemedân, Zencan ve Bağdat gibi şehirlerde, başta babası Fâris b. Zekeriyyâ olmak üzere birçok âlimden dil, edebiyat, tefsir, fıkıh ve hadis vb. ilimleri tahsil etti. Özellikle de lügat alanında kendisini geliştirdi. Nahiv ilminde Kûfe Dil Mektebi’ne tabiydi. En önemli öğrencileri Makâmât sahibi Bedîüzzaman el-Hemedânî ile Büveyhî veziri ve meşhur kâtib Sâhib İbn Abbâd’dır. İbn Fâris’in Mu’cemü mekâyîsi’l-luğa ve sadece sahih kelimelere yer verdiği Mucmelü’l-luğa isimli iki sözlüğüyle, es-Sâhibî fî fıkhi’l-luğa isimli eserleri alanın en önemli kaynaklarındandır. İbn Fâris, ’Fıkhü’l-luğa’ terimini ilk kullanan âlimdir.

(Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla. Sadece O’ndan yardım dilerim. Allah’a dâimî nimetlerinin ve verdiği ihsanların gerektirdiği şekilde hamd, O’nun nimet ve rahmetleri de Nebiyy-i Muhtârı Muhammed’e ve O’nun takvâ sahibi âlinin üzerine olsun.)

Ebû’l-Hasen Ahmed b. Fâris (ra) şöyle demiştir:

Şüphesiz ben Halil b. Ahmed’in yazmış olduğu Kitâbü’l-Ayn adlı sözlüğü gördüm. Baktım ki hem lafızları çetin, hem de kelimenin bâblarını bulmak güç. Yine o dönemdeki insanların alışık olduğu, onlara zor gelmeyen lafızlarla neyi kastettiğini anlamak da gerçekten güç. Sonra Ebû Bekr İbn Düreyd’in telif ettiği Kitâbü’l-Cemhera adlı sözlüğe baktım. O, Halil’in derlediklerine tam olarak yer vermiş ve üzerine de bazı şeyler eklemiştir. Ayrıca lafızları çoğaltma yoluna gitmiş, bunu yaparken de kendi gücünü de göstermek istemiştir. Bunun yanında kitabını inceleyenlere, ilk âlimlerin ele almadığı lafızlara yer verme konusunda da, başarılı olduğunu göstermek istemiştir. Tâbi kabul etmemiz gerekiyor ki, bu konuda ilk başarı, geçmiş âlimlere aittir. Çünkü sonrakiler binalarını öncekilerin attığı temel üzerine koyarak inşâ ederler.

Şimdi. Allah insanlar içinden sana, üstünlük nasib eylesin. Senin hayırdaki gayretini yüceltesin. Bu konuda niyetini sağlam kılsın. Sen bana, edebiyata olan merakını ve Arap kelamını öğrenmeye olan arzunu söyledin. Bu sahadaki temel eserleri araştırınca, bunlara ulaşmanın zor, konularının çok ve yollarının dağınık olduğunu görmek seni ürküttü. Bu durumun seni muradından alıkoymasından korktun.

Benden, zorlukları ortadan kaldıracak, güçlükleri kolaylaştıracak bir kitap telif etmemi istedin. Ben de bu kitabımı anlamı kolay, faydaları çok ve seni aradığın şeye ulaştıracak şekilde kısa sözlerle telif ettim. Buna Mücmelü’l-luğa ismini verdim. Çünkü ben burada Arap kelâmını özetledim, kısa olması için çok fazla şâhid ve misale yer vermedim. Eserin özelliği hacminin küçük, tertibinin güzel olmasıdır. Burada en zor kelimelere dahi kolay ulaşılır ve düşünerek okuyan kimse hatadan emin olur. Çünkü ben bu eseri alfabetik sıraya göre tertip ettim. İlk harfi elif olan her kelimeyi elif kitabına, ilk harfi be olan her kelimeyi de be kitabına koydum. Bu şekilde bütün harfleri tamamladım. Bir kelimeyi aradığında ilk harfine bakarsın ve onu, o harfin bulunduğu bölümde ararsın. Sonra da onun hâşiyede ele alınıp akabinde de açıklandığını görürsün.

İbn Fâris 1406/1986. Mücmelü’l-luğa, nşr. Züheyr Abdülmuhsin Sultan, Beyrut: Müessesetü’r-risâle, I, s. 75–76. 
Çeviren: Ali Bulut

Kelime ve Kelam (Söz) Üzerine: el-Esterabâdî

Radıyyüddin el-Esterabâdî (ö.688/1289) Taberistan’ın Esterâbâd şehri halkından olup Necef’e yerleşmiştir. İbnu’l-Hâcib’in el-Kâfiye ve eş-Şâfiye adlı kitaplarına yazdığı şerhlerle ün kazanmıştır. Zekâsı, olgunluğu, fazileti ve dînî ilimlerdeki titizliği ile tanınmıştır. Esterabâdî, el-Kâfiye ve eş-Şâfiye üzerine yazdığı şerhlerinde nahiv meselelerini tafsilatlı olarak ele almış, nahiv ilminin metodolojik konularına değinmiş, hükümlerin illetlerini açıklamaya özen göstermiştir. Her bir mesele üzerinde titizle durup farklı görüşleri tartışmış ve kendisi de tercihlerde bulunmuştur.

Kelime ve Kısımları

Müellifin ismi, fiilden ve harften önce zikretmesi sadece iki isimden anlamlı bir söz oluşabilmesinden dolayıdır. Mesela “Zeydun Kâimun”(Zeyd ayaktadır), iki isimden oluşmuş bir cümledir. Kelimelerin bilgisinden kastedilen kelam ve irab vd. yönlerden kendisine ârız olan durumlardır.

Ardından fiili harften önce zikretti. İki isimden anlamlı bir cümle oluştuğu gibi iki fiilden anlamlı bir cümle oluşmasa dahi, fiil “Darabe Zeydun” (Zeyd vurdu) örneğinde olduğu üzere cümlenin parçalarından biri olabilir. Ancak harf böyle değildir. Bir harf ve başka bir kelimeden cümle oluşmaz.

Eğer dersen ki tarife göre kelimenin bu üç unsurun toplamı olması gerekir. Çünkü ’ve’ bağlacı toplama için kullanılır. “Hel zehebe Zeydun” (Zeyd gitti mi?) yahut “Murra bi Zeydin” (Zeyd’e uğranıldı) (üç çeşidi yani isim, fiil ve harfi de içerdiğinden) kelime sayılmalıdır.

Bunun cevabı şöyledir: Bu söylediğin bir şeyin parçalarına bölünmesi halinde doğrudur. Mesela “Senkcebîn hillun ve aselun” (Senkcebin sirke ve baldır) cümlesi böyledir. “Canlılar: insan, at, inek vd.leridir” şeklindeki bir cümle de böyledir. Biz burada tikel ile tümelin altına gireni ve tümelin kendisine “insan canlıdır” gibi haber olmasının mümkün oluşunu kastediyoruz…

Kelam (Söz)

Kelam, isnad ile iki isim içeren şeydir. Bu da ancak iki isim veya bir fiil ve bir isimle olur.

Kelimenin tanımını, kelâmın tanımından önce zikretmesi kelimenin kelâmın bir parçası olması ve bütünün anlaşılması parçanın anlaşılmasına bağlı olmasındandır. Halbuki nahiv ilminde önemli gaye sözde kelimelerin bir araya gelmesinden doğan irab değişimlerini bilmektir.

İki kelime içermesi ile terkibin iki kelimeden oluşmasını kastetmektedir. Yani terkib ile oluşan cümle her iki parçasına da tazammun yoluyla delalet eder.

Kelamın iki parçası “Zeydun kâimun”(Zeyd ayaktadır) veya “Kâme Zeydun” (Zeyd kalktı) cümlesinde olduğu gibi açıkça telaffuz edilmiş olabilir. Yahut “Hel kâme Zeydun” (Zeyd kalktı mı?) sorusunun cevabında ’evet’ denilmesi gibi ikisi de takdir edilmiş olabilir. Yahut da cümlenin sadece bir kısmı zikredilir, diğeri takdir edilir…

Radıyyuddîn el-Esterâbâdî, Şerhu’l-Kâfiye, s. 4–5. 
Çeviren: Ali Benli