Özellikle mantık alanındaki önemli başarı ve katkıları dolayısıyla Muallim-i Sânî unvanıyla anılan Fârâbî, kendisinden önceki mantıkçıların çalışmalarını da dikkate alarak Aristoteles’in Organon’u üzerine özet, şerh ve tefsir şeklinde metinler yazmakla kalmamış, mantık disiplininin bütün bölümlerine dair bağımsız ve özgün eserler de kaleme almıştır. Ayrıca o, önceki mantıkçılarda rastlanmayan ve sonraki İslam mantıkçılarına yön veren bir yaklaşımla mantık konularını tasavvurât (kavramlar) ve tasdîkât (önermeler) olmak üzere iki kısımda değerlendirir. Aşağıdaki metinde filozof, mantık disiplininin kısa fakat kuşatıcı bir tanıtımını yapmaktadır.
Bu risalede, yanlışa düşme ihtimali olan her hususta aklı doğruya yönelten şeyleri kapsayan ve akılla bulunup çıkarılan her konuda yanlıştan sakınmayı sağlayan ilkeleri bildiren; mantık sanatını incelemeyi amaçladık. Mantık sanatının akıl karşısındaki konumu, gramerin dil karşısındaki konumu gibidir. Nasıl ki gramer, kendi dilinin gramerini yapan bir milletin dilini düzenliyorsa, tıpkı bunun gibi mantık ilmi de aklı, yanlışa düşme ihtimali bulunan bir konuda bile ancak doğruyu düşünecek hale getirir. Şu halde gramer ilminin dil ve kelimelerle olan ilişkisi, mantık ilminin akıl ve akledilirlerle olan ilişkisi gibidir; ve yine nasıl gramer ifadede yanlış yapma ihtimali olan noktada dilin ölçüsü ise, aynı şekilde mantık ilmi de hataya düşme ihtimali bulunan akledilirler konusunda aklın ölçüsüdür.
Bazı sanatlar kıyasa dayalı, bazısı ise kıyasa dayalı değildir. Kıyasa dayalı olanlar, parçaları bir araya getirilip tamamlandıktan sonra işlevi kıyası kullanmak olan disiplinlerdir. Kıyasa dayalı olmayanlar ise tıp, çiftçilik, marangozluk, ustalık ve kendilerinden herhangi bir iş ve etki/sonuç elde etmeye elverişli bulunan başka sanatlar gibi unsurları bir araya getirilip tamamlandıktan sonra işlevi ve amacı herhangi bir iş/uygulama yapmak olan disiplinlerdir.
Kıyasa dayalı sanatlar felsefe, cedel, safsata, hitabet ve şiir sanatı olmak üzere beş tanedir.(…)
Kıyas ya bir başkasına hitap etmede ya da insanın bir şey ile kendisi arasındaki ilişkiye dair herhangi bir sonuç çıkarmasında kullanılır. Kıyası her iki konuda birden kullanmak felsefenin bir özelliğidir. Bu beş sanatın geri kalanına gelince, bunların her biri kıyası daha çok onunla başkasına hitap etmek üzere kullanır.
Felsefi söyleme, onunla bir şeyin kesin bilgisini ortaya koyacak olan şeylerin hakikati öğretilmek ve açıklanmak istendiği için “burhânî” adı verilir. Cedelî (diyalektik) söylem ile konuşanın yaygınlıkla bilinen önermelere dayanarak üstün gelmesi amaçlanır. Sofistik söylem ile de konuşan kişinin, aslında öyle olmadığı halde görünüş bakımından yaygınlıkla bilindiği sanılan önermelere dayanarak sanal bir üstünlük sağlaması beklenir; bu yolla konuşanın ve dinleyenlerin birbirini yanıltması, ayrıca çarpıtma ve aldatma amaçlanır. Böylece konuşan, öyle olmadığı halde kendisinin ilim ve hikmet sahibi olduğu vehmine kapılır. İşte buradan hareketle, öyle olmadığı halde hikmet olduğu zannedilen sanatın adı olmak üzere “aldatıcı hikmet/el-hikmetü’l-mümevvihe” ismi türetilmiştir ki burada “sûfya” hikmet, “vâstas” ise aldatma/çarpıtma demektir. Hatâbî (retorik) söyleme gelince, bu yolla, kesinlik düzeyine ulaşmamış önermelerle zihin yatıştırılarak dinleyen ikna edilmek istenir. Şiir türü (poetik) söylem ile de bir şeyin sözle anlatılması ve hayalde canlandırılması amaçlanır ki bu tiyatro (temsil) sanatında beden hareketleriyle çeşitli canlıların ve başka cisimlerin anlatılmasına benzer. Şiir sanatının diğer kıyasa dayalı sanatlara olan nisbeti, tiyatro sanatının diğer uygulamalı sanatlara ve satranç oyununun duygusal olarak orduların yönetilmesine olan nisbeti gibidir. Aynı şekilde herhangi bir şeyi beden, organ ve sesleriyle anlatanlar [pantomim] birçok şeyi yaptıkları eylemle anlatmış olurlar. O halde şairin sözlü olarak nesneler hakkında canlandırmak istediği şeyler tıpkı insan heykeli yapan heykeltıraşın insanla ilgili, diğer canlıları anlatanın bu anlattığı canlılarla alakalı, satranç oyuncusunun savaş taktikleri hakkında canlandırmak istediği şeyler gibidir.
İmdi, mantık sanatı kıyasa dayalı sanatların her birine, onun düzenlenmesini sağlayan özel kanunlar verir. Ayrıca bu sanatlardan herhangi birinin usulüne uygun olarak ortaya konulan şeylerin belirlenmesini ve ayrılmasını, dolayısıyla da onların usûlüne uygun olup olmadığının bilinmesini sağlayan kanunlar verir ki bunlar beş kitapta yer alır. Beş sanatın hepsinin ortak olduğu başka kanunlar da verir ki bunlar üç kitapta bulunur. Şu halde mantığın bütün kısımları sekiz kitapta ortaya konulmuş olmaktadır.
Bunların ilki Kategoriler Kitabı olup müfret (yalın) terimlerle (elfâz) gösterilen müfret kavramlar (ma’kûlât) ve müfret kavramları gösteren müfret terimleri kapsar ki bunlar kıyasların ve karşılıklı konuşmada kullanılan sözlerin düzenlenmesini sağlayan asgarî unsurlardır.
İkincisi mürekkep (birleşik) kavramlar ve birleşik terimleri içeren Önerme Kitabı’dır. Bunlar ikişer kavramdan ve ikişer terimden oluşur; kendileriyle kıyasın düzenlendiği öncüllerin her birinin düzenlenişi de bu şekildedir.
Üçüncüsü Önerme Kitabı’nda zikredilen öncüllerden oluşan şeyleri konu alan Kıyas Kitabı’dır. İşte bu üç kitap, beş sanatın hepsini kuşatan genel konuları kapsar.
Dördüncü kitap özellikle felsefe sanatının düzenlenmesini sağlayan özel kanunları içeren Burhan Kitabı’dır. Geri kalan dört kitap ise öteki dört sanatı konu edinir.
Felsefenin matematik, fizik, ilahiyat ve siyaset ilmi olmak üzere dört kısmı vardır. Matematik de dört kısımdır: Aritmetik, geometri, astronomi ve musikî ilmi. Fizik/tabiat ilminin konusu cisimler ve cisimlerde doğal olarak yani insanın iradesi dışında bulunan her şeyin incelenmesidir. Cisim olmayan ve cisimde bulunmayan şeyler ile diğer ilimlerin alanına giren şeylerin en uzak sebeplerinin araştırılması İlâhiyat/metafizik ilminin konusudur. Siyaset ilmi gerçek anlamda mutluluk ve gerçekte öyle olmayıp mutluluk zannedilen, ayrıca yapılması halinde ülke halkının mutluluğunu engelleyecek olan şeylerin incelenmesini konu alır. Bu ilim, ’insan felsefesi’ ve ’uygulamalı felsefe’ olarak da isimlendirilir. Çünkü o, sadece iradeli olarak yapılan ve iradeyle ulaşılan şeyleri araştırır.
Mantık sanatı felsefenin bölümlerinde kullanıldığında ilmî ve amelî sanatların kapsamına giren bütün şeylere ilişkin kesin bilgi sağlayan bir alettir. Mantık sanatı olmadan bilinmek istenen herhangi bir konuda kesin doğruya ulaşmanın yolu yoktur.
Bu sanatın adı “nutk” kelimesinden türetilmiştir. Bu kelime eskilere göre üç şeyi gösterir: O ilk olarak insanın akledilirleri kavramasını, ilim ve sanat sahibi olmasını, güzel ve çirkin davranışlar arasında ayırım yapmasını sağlayan güce delalet eder. İkincisi anlayış sonucunda insan zihninde ortaya çıkan kavramlardır ki buna “iç konuşma” adı verilir. Üçüncüsü, içte bulunan şeyin dil ile ifade edilmesidir ki buna da “dış konuşma” denir. Bu sanat, akla hem kavramlar/fikirler demek olan “iç konuşma” hem sözlerden ibaret olan “dış konuşma” konusunda hem de bütün dillerde ortak olan kanunlar verdiği ve “düşünen-konuşan güç” her iki durumda da onun sayesinde doğruya yönelip yanlışa düşmekten korunduğu için ona “mantık” adı verilmiştir. Bununla beraber gramer ile bazı konularda ortak olsalar da aynı şekilde farklılıkları da vardır. Çünkü gramer herhangi bir millete ve o dili konuşanlara özgü sözlere dair kanunları verir. Halbuki mantık sanatı bütün dillerde ortak olan terimlere ilişkin kanunları verir.
Fârâbî, “et-Tavtıe ev er-Risâle elletî suddira bihe’l-mantık”, el-Mantık inde’l-Fârâbî, Neşr. R. el-Acem, Beyrut 1985, s. 55–62; ayr. Fârâbî, “Mantığa Başlangıç”, Mantık Risâleleri, Çev. H. Sarıoğlu, Çantay, İstanbul 2001, s. 2–15.
Çeviren: Hüseyin Sarıoğlu