3. Bilimlerin Gaye ve Sırları: el-Gazzâlî

Ey din kardeşim! Benden, dinde ilimlerin gaye ve sırları ile mezheplerin gaye ve incelikleri hakkında bilgi vermemi istedin. Şimdi sana, çeşitli meslek ve yolların farklılığı ile fırkaların çekişmeleri arasından hakkı bulup ortaya çıkarmada karşılaştığım sıkıntıları, taklid çukurundan tahkik mertebesine cesaretle nasıl yükseldiğimi, bu arada Kelam İlmi’nden nasıl istifade ettiğimi, sonra hakkı idrak için imamı taklidi öne süren ta’lim ehlinin, üçüncü olarak felsefe yapanların yollarından ve son olarak tasavvuf yolundan beğendiklerimi ve hakkın incelikleriyle ilgili halkın sözlerini incelediğim sırada kalbime doğanları, talebenin çokluğuna rağmen Bağdad’da ilmi yaymaktan beni alıkoyan şeyi, uzun bir süreden sonra Nisabur’a dönmeme sebep olan şeyi anlatacağım…

Biliniz ki… insanların din ve inançlar hususundaki ihtilafı, sonra mezhep imamlarının birçok fırka ve farklı yollar üzere bulunuşu, çoğunun içinde boğulduğu ve çok azının ondan kurtulabildiği derin bir deniz (gibi)dir. Her fırka kendisinin kurtuluşta olduğunu iddia eder ve “Her hizib kendi katında olandan memnundur” (Kur’ân 30: 32). Bunu bize, en doğru söyleyen ve peygamberlerin efendisi (sas) bildirmiştir:

“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır; onlardan kurtuluşa eren bir tanedir.” Bu vadettiği şey de gerçekleşmiştir.

… Şimdi gençlik yıllarımda, yirmi yaşına ulaşmadan önce buluğa yaklaşan bir zamandan beri şu ana kadar bu derin denizin dalgalarıyla boğuşuyor; çekingen ve korkak değil, cesaretle derinliklerine dalıyorum; her karanlıkla uğraşıyor, her zorluğu yenmeye, her uçurumu atlamaya ve her fırkanın inancını araştırmaya çalışıyorum. Her grubun mezheplerine ait sırları keşfetmek istiyorum…

... Nihayet taklid bağından kurtuldum, çocukluk çağına yakın bir devirde tevarüs ettiğim akidelerden kurtuldum; çünkü Hıristiyan çocuklarının Hıristiyanlık, Yahudi çocuklarını Yahudilik, Müslüman çocuklarını İslam üzere yetişdiklerini gördüm. Rasulullah’tan (sa) rivayet edilen şöyle bir hadis işitmiştim:

“Her doğan fıtrat üzere doğar; sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi yapar.”

Asli yaradılışın hakikati ile anne, baba ve üstadları taklit ederek ariz olan hakikatleri araştırmak, başlangıçta telkinler bulunan ve hangisinin hak ve batıl olduğunu ayırmada ihtilaf söz konusu olan bu taklitlerin arasını ayırmak istedim. Sonra kendi kendime şöyle dedim: Benim maksadım, işlerin hakikatini bilmektir. Öyle ise ilmin hakikatinden maksadın ne olduğunu talep etmek gerekir. Nihayet bana zahir oldu ki yakini ilim, içinde malumu (bilinen) ortaya koyacak şeyin onunla şüphe kalmayan ve kendisine yanılmış olmak ve vehim imkânı bulunmayan şeydir. Kalp böyle bir ihtimale müsaade etmez. Aksine hatadan emin olmak için o derece yakine uygun olmalıdır. Mesela, bir kişi, onun batıl olduğunu iddia etse ve taşı altına, değneği ejderhaya çevirse, bu bilgi, sahibini şek ve inkâra götürmez. Ayrıca ben, on sayısının üçten daha fazla olduğunu bildiğim zaman, biri bana şöyle dese: “Hayır, aksine, üç, ondan daha fazladır, ve delil olarak da, ben bu değneği ejderhaya çevireceğim” dese, ben de bunu müşahede etsem, bu sebeple bilgimde şüpheye düşmem; bende ancak, onunla ilgili olarak, buna nasıl gücü yettiği konusunda bir taaccub söz konusu olabilir. Yoksa bildiğim şeyde şüphe olmaz.

Sonra şunu bildim ki bu şekilde ve yakini olarak bilmediğim şey, kendisine güvenilemeyecek ve emin olunamayacak bir bilgidir. Beraberinde güven bulamayan her bilgi de yakini bir bilgi olamaz.

el-Gazzâlî, Ebû Hâmid thz. el-Munkizu mine’d-dalâl, neşr. M.Muhammed Cabir, Mısır, s. 3-7. 
Çeviren: Osman Karadeniz