3. Fil Vak’ası: Ebrehe’nin Kâbe’yi Yıkma Teşebbüsü

Habeş Krallığı’nın müstakil Yemen valisi Ebrehe Arapların Kâbe’yi ziyaretlerini engellemek üzere San’a’da büyük bir kilise (Kalîs, Kulleys) yaptırıp kabilelere gönderdiği elçilerle artık bundan böyle hac için bu mabedin ziyaret edilmesini ilân etmişti. Ancak Araplar onun beklentisinin aksine ciddî bir ilgi göstermemişlerdi. Üstelik kiliseye karşı bazı saygısız davranışlar sergilenmişti. Ebrehe amacına ulaşamamanın getirdiği hayal kırıklığıyla Kâbe’yi yıkmaya karar vermiş, Mekke şehrini zaptederek dinî merkez olma özelliğini ortadan kaldırmayı ve Mekkelilerin ticarî faaliyetlerine son vermeyi planlamıştı. Ebrehe çok sayıda askerden oluşan ordusuyla birlikte Yemen’den yola çıktı. Ordusunun önünde büyük bir fil yürüyordu. Ebrehe’nin ordusu Mekke yakınlarında Mugammes adı verilen yere kadar gelip konakladı. Bu sırada Ebrehe’nin Mekke’ye doğru gönderdiği öncü süvari birlikleri Mekkelilere ait sürüleri gasbetti. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in 200 devesi de bulunuyordu.

Ebrehe, elçisini Mekke’ye göndererek hedefinin sadece Kâbe olduğunu ve kendisine karşı gelinmedikçe halka dokunmayacağını, ayrıca Mekkelilerin lideri ile görüşmek istediğini bildirdi. Ebrehe’nin elçisi, o sırada Kureyş’in Hâşimoğulları kolunun reisi olan Abdülmuttalib ile görüştü ve durumu anlattı. Abdülmuttalib elçiye şu cevabı verdi:

“Allah’a yemin ederiz ki, biz kendisi ile savaşmak istemiyoruz. Zaten buna gücümüz de yetmez. Yalnız, Kâbe Allah’ın evidir. Onu yıkılmaktan ancak Allah koruyabilir. Eğer o kendi mukaddes evini muhafaza etmezse biz Ebrehe’yi vazgeçirecek güç ve kuvvete sahip değiliz.”

Abdülmuttalib Ebrehe’nin elçisiyle birlikte onunla görüşmeye gitti. Ebrehe, boylu-boslu ve heybetli bir görünümü olan Abdülmuttalib’i karşısında görünce ayağa kalkarak onu selamladı ve yanına buyur ederek birlikte oturdular. Tercümanı aracılığıyla konuşan Ebrehe ile Abdülmuttalib arasında şu konuşma geçti.

Ebrehe: Ne istiyorsun?

Abdülmuttalib: Askerleriniz tarafından gasbedilen 200 devemin geri verilmesini istiyorum.

Ebrehe şaşkınlık içinde ve hayal kırıklığını gizlemeyerek şöyle dedi: “Ben seni ilk gördüğümde azamet ve heybetinden etkilenip sana karşı bir saygı hissetmiştim. Ancak bu cevabını duyunca senin hakkındaki kanaatimde yanıldığımı anladım. Ben, senin ve ataların için dinî bakımdan hayatî önem taşıyan Kâbe’yi yıkmaya gelmişim. Sen ise bunu bildiğin halde, sizin için bir şeref meselesi olan bu konuda tek kelime söylemiyorsun, fakat askerlerimin ele geçirdiği develerinden bahsedip onları istiyorsun.”

Abdülmuttalib Ebrehe’nin alaycı ve küçümseyici bir üslûpla tahakküm edercesine söylediği bu sözler karşısında gayet kararlı bir şekilde şu cevabı verdi: “Ey hükümdar! Ben develerimin sahibiyim. Bu sebeple onları istiyorum. Kâbe’nin sahibi ise Allah’tır ve şüphesiz onu koruyacak olan da O’dur.”

Ebrehe: Hiçbir güç Kâbe’yi yıkmama engel olamayacaktır.

Abdülmuttalib: Seni Allah’a havale ediyorum! Bana develerimi ver.

Bunun üzerine Ebrehe develeri iade etti. Develerini alarak Mekke’ye dönen Abdülmuttalib şehir halkına durumu anlattı ve Ebrehe’nin saldırısından herhangi bir zarar görmemeleri için şehirden uzaklaşıp dağ başlarına doğru çıkmalarını istedi. Ardından Mescid-i Harâm’a gitti ve Kâbe kapısının halkasına yapışarak şöyle duâ etti:

“Allah’ım her kul kendi evini tehlikelere karşı korur. Sen de Kâbe’yi ve hareminde güvenliği tehlikeye düşmüş olan bizleri Ebrehe’ye ve askerlerine karşı koru. İnanıyoruz ki, onların gücü senin güç ve kuvvetine asla üstün gelemez.”

Kureyş’ten bazıları da Abdülmuttalib’le birlikte Kâbe’ye gidip Allah’a duâ ettiler. Sonra da olup bitenleri görebilecekleri şekilde dağlara çekildiler.

Kâbe’yi yıkmaya kararlı olan Ebrehe ertesi sabah hücum emri verdi; ancak ordusunun önünde bulunan Mahmûd adlı büyük fil, olduğu yerde kaldı ve Kâbe’ye doğru bir adım dahi atmadı. Sağa, sola ve geriye yönlendirdiklerinde hareket eden Fil, Kâbe’ye doğru asla adım atmıyor ve yere yatıyordu. Askerler fili dövüp çeşitli işkencelere başvurdularsa da hiçbir sonuç alamadılar. Bu sırada deniz tarafından sürüler halinde kuşlar belirdi. Her bir kuş, biri gagasında iki tane de ayaklarında olmak üzere nohut ve mercimek büyüklüğünde üçer adet taş taşımaktaydı. Kuşlar taşları bırakmaya başlayınca Ebrehe ve askerleri ne olduğunu anlayamadan kendilerini kurtarmak için etrafa kaçışmaya başladılar. Kendilerine taş isabet eden askerler oracıkta helak oldular. Ebrehe’ye de bir taş isabet etmişti. Askerlerden sağ kalanlar kaçarken onu da yanlarında San’a’ya götürdüler. Ancak vücudu parmaklarından başlamak üzere parça parça dökülüyor, her parça döküldükçe kan ve irin akıyordu. Ebrehe bu şekilde acılar içinde kıvranarak can verdi. Kâbe’ye doğru adım atmayan büyük fil geldiği yoldan gerisin geri dönmüştü. On üç adet olduğu rivayet edilen filler ise helâk oldular. Ebrehe’nin ordusu helâk olmuş, cesetleri ortada kalmıştı. O sırada sağanak halinde yağan yağmurların oluşturduğu seller cesetleri alıp götürdü ve ortalık temizlendi. Filin süvarisi ile seyisinin, gözleri kör olmuş ve ayakları tutmaz halde hasta ve felçli olarak Mekke’de sürüne sürüne dilendikleri nakledilir.

Ebrehe ve ordusunun Kâbe’ye saldırısı ve helâk oluşu Kur’ân-ı Kerim’de Fîl sûresinde şöyle anlatılır:

“Görmedin mi Rabbin neler etti fil sahiplerine? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üstüne sürü sürü kuşlar saldı. O kuşlar onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı. Böylece onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”

Bu olaya Fil Vak’ası, meydana geldiği yıla da Fil yılı adı verilmiştir. O dönemde belirli bir takvimleri olmadığı için tarih tespitinde, meydana gelen önemli olayları esas alan Araplar bundan itibaren zaman hesabını Fil Vak’asını dikkate alarak ’Fil yılında’, ’Fil yılından önce’ veya ’Fil yılından sonra’ şeklinde yapmaya başladılar.

İbn Hişâm 1355/1936. es-Sîretü’n-Nebeviyye, nşr, Mustafa es-Sekkâ ve dğr., I-IV, Kahire, I-II, s. 43-57; İbn Sa’d 1388/1968. et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut, I, s. 91–92. 
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı