Felsefeciler; fırkaları çok, mezhepleri muhtelif olmakla beraber üç kısma ayrılırlar: Dehrîler, tabiîler, ilâhîler.
Birinci sınıf dehrîlerdir. Bunlar en eski felsefecilerden bir taifedir. Kâinatın tedbirli, âlim, ve muktedir bir yaratıcısı bulunduğunu inkâr ettiler, âlem öteden beri kendiliğinden böylece mevcuttur, bir yaratıcısı yoktur. Hayvan meniden vücuda gelir. Meni de hayvandan hasıl olur. Öteden beri böyledir ve böyle gidecektir; dediler. Bu kısım felsefeciler zındıktırlar.
İkinci sınıf tabiîlerdir. Bunlar bir zümredir ki en çok tabiat âleminden, hayvanların ve nebatların acaibinden bahsettiler. “Hayvanların azasını teşrih” ilmi ile çok meşgul oldular ve bu ilimde Cenabı Hakkın çok hayret verici sanatlarını ve yüksek hikmetlerini gördüler. İşlerin gayelerine vâkıf, kadir ve hakîm bir halikın varlığını itirafa mecbur kaldılar. Teşrihi ve menafilü’l-aza ilminin acayip cihetlerini mütalâa eden her insanda hayvan yapısını, bahusus inan yapısını bina eden Allanın tedbirlerindeki kemale dair böyle zaruri bir ilim hasıl olur. Fakat, tabiîler tabitattan çok bahsettikleri için hayvani kuvvetlerin kıvam ve kemal üzere bulunmasında mizaın itidal üzere bulunmasının büyük tesiri olduğuna vâkıf oldular. İnsandaki “Kuvve-i âkıle”nin de mizaca tâbi olduğunu zannettiler ve mizacın bozulmasiyle o da bozulur ve yok olmuş bir şey tekrar var olamaz, dediler. Bu sebeple bunlar “Nefs ölür, bir daha dönmez” fikrine sahip oldular ve ahiret yoktur, dediler. Cenneti, cehennemi, kıyameti ve hesabı inkâr ettiler. İbadet için sevap, günah için azap olacağını kabul etmediler, gemsiz, başıboş kaldılar. Hayvanlar gibi, şehvetlere daldılar, Bunlar da zındıktılar. Çünkü imanın esası Allaha ve ahirete inanmaktır. Bunlar Allaha ve sıfatlarına inandılarsa da ahireti inkâr ettiler.
Üçüncü sınıf ilâhilerdir. Bunlar daha sonra yetişen felsefecilerdir. Bunlardan biri Eflâtunun hocası olan Sokrat’tır. Eflâtun da Aristo’nun hocasıdır. Mantık ilmini tertip eden, felsefî ilimleri telhis edip kolayca istifade edilir hale getiren Aristo olmuştur. Bu suretle bu ilimlerin, anlaşılması güç kısımları daha kolay anlaşılır bir hale geldi. Bunların hepsi, yukarıdaki iki sınıfı, yani dehrilerle tabiîleri reddettiler. Onların büyük hatalarını başkalarına söz bırakmayacak surette açıkladılar. Onların bu suretle birbiriyle çarpışmaları “Allah müminleri çarpışmadan kurtardı” mânasındaki ayeti kerime fehvasınca müminlerin onları reddetmek için uğraşmasına hacet bırakmadı. Sonra Aristo, Eflâtunun, Sokrat’ın ve daha önce yaşamış ilâhîlerin felsefesini şiddetle reddetti, hepsinden uzaklaştı, ayrı kaldı. Bununla beraber onların küfür ve bid’at sayılan bazı fikirlerini kabul etti, kendini o gibi fikirlerden kurtaramadı. Bu sebeple gerek bunları, gerek İbni Sina, Farabi ve başkaları gibi onlara uyan İslâm felsefecilerini tekfir etmek vacip oldu. Şunu da ilâve edelim ki hiçbir Müslüman filozof İbni Sina ve Farabî kadar Aristo’nun ilmini bize lâyıkıyla nakletmeğe muvaffak olamamıştır. Başkalarının naklettikleri hep hatalı ve karışıktır. Okuyanların zihni karışır, anlayamaz. Anlaşılmayan bir şey nasıl red veya kabul edilebilir? İbni Sina ve Farabi’nin nakillerine göre Aristo’nun bizce malûm olan bütün felsefesi üç kısma ayrılır. Biz kısmı küfre gider, bir kısmı bid’at sayılır, bir kısmının da asla inkârı icap etmez. (…)
Gazalî 1989. el-Munkızu min-ad-dalâl, çev. H. Güngör, İstanbul: MEB, s. 25–29.