3. İbadetler Hukuku

İslam hukukunda, insanın gerek hemcinsleri, gerek Allah, gerekse hayvanlarla ilgili hak ve yükümlülüklerini ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmiştir. İbadetler hukuku, insanın hemcinsleri veya hayvanlarla değil, Allah’la ilgili hak ve yükümlülükleri belirleyen bir hukuk dalıdır. Temizlik (taharet), bütün ibadetlerden önce yapılması gereken bir arınma olduğu için, ibadet hukukuyla ilgili metinlerin temizlik hükümleriyle başlatılması geleneği bulunmaktadır. Daha sonraysa namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin hangi durumlarda geçerli olup olmadığını ayrıntılı olarak belirleyen hükümler yer alır.

Namaz Vakitleri: el-Hırakî

Tam adı Ebü’l-Kâsım Ömer b. Hüseyn b. Abdillâh el-Hırakî el-Bağdâdî (ö. 334/946)’dir. Büveyhîlerin Bağdat’taki baskıları sebebiyle Şam’a göç etmek zorunda kalan Hanbeli fakihi Hırakî’nin günümüze ulaşan tek eseri, kendisinin isimlendirmediği ancak Hanbelî mezhebinin görüşlerini özet bir şekilde içermesi sebebiyle el-Muhtasar olarak anılan eserdir. Klasik anlamda mezhepte yazılan, Şâfiî fıkıh kitapları sistematiğine göre telif edilen ilk fıkıh metni niteliğinde olup İbn Kudâme’nin bu eseri şerhi olan el-Muğnî’yi yazana kadar da bu özelliğini korumuştur. Eserde büyük çoğunluğu Ahmed b. Hanbel’den nakledilen fıkhî görüşler bulunmakla berâber bir kısmı da onun görüşlerine dayanarak Hırakî tarafından yapılan tahrîclerdir. Eser’e yazılan yüzlerce şerhten en önemlileri Muvaffakuddîn İbn Kudâme’ninki başta olmak üzere günümüze ulaşan Ebû Ya’lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066), Şemseddin ez-Zerkeşî (ö. 772/1370)’nin şerhleridir.

Güneşin kaymasıyla öğlen namazını kılmak farz olur. Her bir şeyin gölgesi kendi misli kadar olursa bu öğlen namazının son vakti demektir. Eğer bir şeyin kendi gölgesi olmasından biraz daha fazla olursa bu durumda ikindi namazını kılmak farz hale gelmiş olur. Her bir şeyin gölgesi kendisinin iki katı olacak hale gelirse bu esnada ihtiyâr vakti bitmiş olur. Kim ikindi namazından bir rekâtı güneş batmadan önce kılarsa o kişi ikindi namazına yetişmiştir. Bu zaruretle olan bir durumdur.

Güneş battığı durumda da akşam namazını kılmak farz hale gelmiş olur. Şafak batana kadar akşam namazını geciktirmek ise iyi bir şey değildir.

Şafak kaybolduğunda ise, şafak yolculukta bir kırmızılıktır, ikamet halindeyken o bir beyazlıktır. Çünkü mukim halinde (yani yerleşim yerlerinde) kırmızılık duvarlara yansır. Kişi de şafağın kaybolduğunu zannedebilir. Eğer beyazlık da kaybolursa bu durumda yatsı namazı vakti girmiş ve farz hale gelmiş olur. Son vakti ise gecenin üçte biridir. Eğer gecenin üçte biri biterse bu durumda yatsı namazının ihtiyar vakti bitmiş olur. Bundan sonra zaruret vakti başlar. Bu zaruret vakti de ikinci fecrin doğuşuna kadar devam eder ki o doğu tarafından yükselen bir beyazlıktır. Bundan sonra da karanlık olmaz.

Eğer ikinci fecir doğarsa bu durumda sabah namazı farz hale gelmiş yani sabah namazının vakti girmiş olur. Sabah namazının vakti de güneş doğana kadar devam eder. Kim güneş doğmadan önce sabah namazının bir rekâtına ulaşırsa bu kişi sabah namazını kılmış olur. Bu zaruretle olan bir durumdur.

Namazları ilk vakitlerinde kılmak daha faziletlidir. Sadece yatsıyı son vaktinde (gecenin üçte birlik kısmında) ve öğleni de çok sıcak olan bir havada geciktirerek kılmak bundan istisnadır. Eğer güneş batmadan önce bir kadın regl halinden temizlenirse ve bir kâfir Müslüman olursa ve bir çocuk buluğ yaşına ulaşırsa öğlen ve ikindi namazını kılarlar.

Eğer fecir doğmadan önce (sabah namazı vakti girmeden) de çocuk buluğ yaşına ulaşırsa, kâfir Müslüman olursa, akşam ile yatsı namazlarını kılarlar.

Eğer bir kişi baygınlık geçirirse baygınlık bitince baygın haldeyken kılamadığı tüm namazları kılar. En iyisini Allah bilir.

Hırakî. Muhtasarü’l-Hırakî alâ mezhebi’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, thk. Muhammed Zuheyr eş-Şâvîş, 1. bs., Dımaşk, Dârü’s-Selâm, t.y., s. 15. 
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov

Cuma Namazı: eş-Şeybânî

“Dağlık yerlerde ve kırsal kesimlerde yaşayanlara Cuma farz mıdır?” şeklinde sordum. O da, “Onlara Cuma farz değildir. Sadece şehirlerde yaşayanlara Cuma namazı kılmak farzdır” dedi. “Kırsal (veya dağlık) bir yerde insanların mescitlerinde toplandığı, hutbe okunduğu ve Cuma namazı kılmalarına ne dersin?” diye sordum. O da, “Onların bu şekilde Cuma namazı kılmaları câiz değildir. Öğlen namazını iade etmelidirler” dedi. “Yolculuk halinde olsalar ve yine bu şekilde yapsalar, yine mi iade etmeleri gerekir?” dedim. O da, “Evet” dedi.

“Cuma günün imamın sadece iki rekât Cuma namazı kıldırdığı ve hutbe okumadığı duruma ne dersiniz?” diye sordum. O da, “İmamın da arkasında namaz kılan cemaatin de bu şekildeki Cuma namazları geçerli olmaz. İâde etmeleri gerekir” dedi. “(Eğer imam) dört rekât öğlen namazını kıldırır, Cuma namazını kıldırmazsa?” diye sordum. O da, “Böyle yapmaları imam ve cemaat için câizdir, fakat imam Cuma namazını terk ettiği / kıldırmadığı için günahkârdır” dedi.

“İmam Cuma gününde Cuma namazı için hutbe okumak istediğinde nasıl hutbe eder?” diye sordum. O da, “Ayağa kalkar, sonra hafifçe oturur, daha sonra kalkarak insanlara hitap eder” dedi. “Eğer imam, cünüp veya abdestsiz olarak hutbe okur daha sonra abdest alır Cuma namazını kıldırırsa bu durum caiz midir?” diye sordum. O da: “Evet caizdir. Fakat mescide cünüp olarak girdiği ve bu halde hutbe okuduğu için günahkâr olur (hata işlemiştir)” dedi.

“İmam’ın Cuma günü hutbede iken Kur’ân’dan sure okuması gerekli midir?” diye sordum. O da, “Evet, gereklidir” dedi. “İmam Cuma günü Cuma hutbesi okurken abdesti bozuldu, indi abdest aldı geldi. Hutbeyi tekrar eder mi?” diye sordum. O da, “Bu şekilde yaparsa caiz olur” dedi. “İmam Cuma hutbesi yapıyorken abdesti bozulsa, cemaatten birisine namazı kıldırmasını istese, o adam da hutbeyi dinlememiş olsa, cemaate kaç rekât namaz kıldırmalıdır?” diye sordum. O da, “Dört rekât kıldırır” dedi. Ben de, “Eğer o adam hutbeyi dinlemiş olsa ne kadar kıldırır?” diye sordum. O da, “İki rekât kıldırır” diye cevap verdi. “Eğer imam Cuma günü hutbe verir daha sonra abdesti bozulursa, cemaatten birine namazı kıldırmasını söylerse, bu kişide namazı kıldırmaya başlar iftitah tekbirinden sonra bu kişinin de abdesti bozulursa yerine geçecek olanın kaç rekât namaz kıldırması gerekir?” diye sordum. O da, “İki rekât kıldırır, imamın bıraktığı yerden devam eder” dedi. “Eğer üçüncü kişinin de abdesti bozulur ve bu kişi hutbeyi dinlemiş olursa bu esnada gecikme olursa yerine geçecek kişinin kaç rekât kıldırması gerekir?” diye sordum. O da, “İki rekât kıldırır, imamın kaldığı yerden devam eder” dedi. “Eğer imam Cuma hutbesinden sonra abdesti bozulur, cemaatten birisine Cuma namazını kıldırmasını emreder, o kişi de cünüp veya abdestsiz halde ise o da hutbeyi dinleyenlerden birisine Cuma namazını kıldırmasını emrederse, kaç rekât kıldırır?” dedi. O da, “İki rekât kıldırır, imamın bıraktığı yerden devam eder” dedi. “Eğer bu kişi hutbeyi dinlememişse, kaç rekât kıldırması gerekir?” diye sordum. O da, “Bu durumda dört rekât kıldırır” dedi. “Eğer imam cünüp olur, cemaatten birisine Cuma namazını kıldırmasını söylerse bu kişi de cünüp veya abdestsiz olur, orada bulunan hutbeye şahit olmuş efendisiyle mükatebe yapmış veya yapmamış köle birisine namazı kıldırmasını söylerse, bu kölenin kaç rekât kıldırması gerekir?” diye sordum. O da, “İki rekât kıldırır” dedi…

“Eğer imam Cuma günü hutbe verirken, insanlarla konuşması, onların meselelerini konuşması gerekir mi?” dedim. “Hayır” dedi. “Eğer bu gerçekleşirse, hutbesi kesilmiş olur mu?” dedim. “Hayır” dedi. “Cuma günü imam hutbe verirken, cemaatten birinin imamla konuşmaları gerekir mi?” diye sordum. “Hayır” dedi. “İmam, selavat getirdiğinde cemaatin de Peygamber’e salâvat getirmesi gibi Allah’ı zikrettiği zaman, cemaatin de Allah’ı zikretmesini hoş karşılamıyor musun?” dedim. “Bana sessiz olmaları ve imamı dinlemeleri daha sevimli” dedi. “Eğer kişi hapşırır, “elhamdulillah=Hamd, Allah’adır” der, onlar da “yerhamukellah=Allah sana rahmet versin” diye cevapta bulunurlarsa, ya da birisi selam verir, onlarda selamı alırlarsa ne gerekir?” dedim. O da, “Onların susmaları ve hutbeyi dinlemeleri bana daha sevimlidir” dedi. “İmam hutbede Cuma günü hutbe verirken, ’elhamdulillah=Hamd, Allah’ındır’, ’subhanellah=Allahım şanın yücedir’ veya ’lâ ilahe illallah=Allah’tan başka ilah yoktur’ gibi zikirlerde bulunursa, bunlardan daha fazla şey söylemezse, bu hutbe için yeterli midir?” dedim. “Ebû Hanîfe”ye göre caizdir’ dedi. Ebu Yusuf ve Muhammed ise ’İnsanların hutbe olarak nitelendirebileceği kadar kelâm etmesi gerekir” dediler…

“Cuma günü, kamet ve ezan nasıldır, ne zamandır?” diye sordum. O da, “İmam, minbere çıktığında müezzin ezan okur, imam minberden indiğinde o boşlukta müezzin namaz için kamet getirir” dedi.

“Adamın birisi Kur’ân okuyor ve imam Cuma hutbesi veriyor, bu durumu mekruh görüyor musun?” dedim. O da, “Cemaatin susması ve hutbeyi dinlemesi daha sevimlidir” dedi.

“Eğer adamın birisi Cuma namazı kılarken abdesti bozulsa, abdest almaya gittiğinde Cuma namazının kalanına yetişemeyeceğinden korkarsa, bu durumda teyemmüm yapması caiz midir?” diye sordum. “Hayır, caiz değildir, o kişinin gidip abdest alması gerekir. Eğer o arada konuşmamışsa Cuma namazında kıldığı yerden devam eder, kalanı kılar. Eğer konuşmuşsa, namaza baştan başlar ve dört rekât öğlen namazını kılar” dedi. “Adamın birisi yolculuk halinde öğlen namazını iki rekât olarak kılar, daha sonra şehre gelirse ve Cuma namazını imamla birlikte kılarsa, bu kişiye hangi yaptığı farzdır?” diye sordum. O da, “Cuma namazı farzdır” diye cevap verdi…

eş-Şeybânî, Muhammed 2012/1433. el-Asl (el-Mebsût), thk. Mehmet Boynukalın, Beyrut, Daru İbn Hazm, C. I, s. 299–307. 
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov

Oruçlunun İftar Etmesi: Numân b. Muhammed

Tam adı Ebû Hanîfe Nu’mân b. Muhammed b. Mansûr el-Kâdî et-Temîmî el-Kayrevânî (ö. 363/974)’dir. İsmali mezhebi doktrininin kurucularından kabul edilmektedir. İsmailiyye mezhebinin resmi mezhep niteliğinde olduğu Fâtimî devletinde baş kadılık görevinde bulunduğu ve devletin resmi tarihçisi konumunda olduğu bilinmektedir. Hanefî mezhebinin imamı Ebû Hanife’den ayırt edilmesi için Kadı Nu’mân veya Ebû Hanîfe eş-Şiî olarak meşhur olmuştur. Fıkıh, fıkıh usulü, kelam, tarih gibi alanlarda yazılmış çok sayıda eseri olan müellifin eserlerinin çoğu günümüze ulaşmıştır. Eserlerinden en önemlileri Sünni fıkıh mezheplerinin çeşitli usul meselelerine ilişkin görüşlerini tenkit ettiği İhtilâfü usûli’l-mezâhib, İsmâilî fıkhının gelişmesinde önemli rol oynayan ve İsmaili fıkhının en önemli kaynağı olan Deâ’imü’l-İslâm ve zikrü’l-helâl ve’l-harâm isimli eseridir.

Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Orucu, geceye kadar tamamlayınız” (Kur’ân 2: 187). Ehl-i beytten (sallalallahualeyhim), duvar, dağ vb. ufukta güneşin battığını göstermeyen engeller dışında ufukta güneşin kaybolması ve bu şekilde gecenin başlamasıyla oruçlunun iftar etmesinin helal olduğunda icmâ edildiği nakledildi. Eğer güneşin yuvarlağı ufukta kaybolursa gece girmiş ve iftar yapmak helal olmuş olur. Ali (ra)’den şöyle nakledildi: “Sünnet olan iftar için acele etmek, sahuru geciktirmektir. Namazı öne almaktır.” Yani akşam namazını iftardan önce kılmaktır. Fakat eğer yemek hazırsa önce yemek yenir daha sonra namaz kılınır. Fakat yemek hazır değil (mevcut değilse) namaz kılınır. Ali (ra), Peygamber (sav)’e bir kızartılmış bir deve budunun getirildiğini nakletti. Şöyle dedi: Daha sonra Bilal (ra)’ın ezan okudu, onun emretmesi üzerine o yedi ve biz de onunla yedik. Daha sonra süt getirildi o ve biz onu içtik. Daha sonra Bilâl’e kamet getirmesini emretti ve onunla birlikte namaz kıldık.

Ali (ra)’den nakledildi ki, Rasûlullah iftar ettiği zaman şöyle diyordu: “Ey Allah’ım! Senin için oruç tuttuk. Verdiğin rızıkla orucumuzu açtık. O’nu bizden kabul et”. Susuzluk bizden gitti, terledik ve inşallah onun ecri bizle kaldı.

Peygamber (sav)’in şöyle dediği nakledildi: Hilali gördüğünüzde veya içinizden iki adil kişi onu görürse güneş batana kadar iftar etmeyin. Bu gündüzün ilk tarafıydı veya sonuydu. Buyurdu ki: Hilalin görülmesinden otuz gün sonraya kadar veya sizden iki şahidin onu görmesine değin iftar etmeyiniz.

b. Muhammed, Numân; el-Kâdî, Ebû Hanîfe 2003. Deâimü’l-İslâm ve zikrü’l-helâl ve’lharâm ve’l-kadâyâ ve’l-ahkâm, thk. Asaf b. Ali Asgar Feyzi, İskenderiyye, Dârü’l-Meârif, I, s. 280, 281. 
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov

Hac: el-Hillî

Hac kitabı üç bölümden oluşmaktadır. İlki giriş niteliğinde olup ibadet yerlerinde yapılması gereken dört menâsiki (ibâdeti) kapsar… Kendisi için gerekli şartları taşıyan herkes için hac farzdır. Hemen yapılması gerekir. Şartlar oluşmasına rağmen geciktirilmesi günahtır. Şartlarını taşıyan bu kişiye ömründe bir defa hac yapması gerekir…

O’nun farz olmasının şartı beştir. İlki kişinin buluğ çağına ulaşmış olmasıdır. Buluğ çağına ulaşmayan çocuğa ve deliye hac farz değildir. Eğer çocuk veya deli hac yapar veya onun yerine hac yapılırsa, onlardan birisi haccın yapıldığı ibadet yerinde (meş’ar) bâliğ olur veya akıllanırsa hac ibadetini yapmış olur. Kendilerine farz olmadığı halde mümeyyiz çocuk ile deli hac yaparsa bu mendup hükmündedir…

el-Hillî, el-Muhakkâk 1409. Şerâ’i’u’l-İslâm fî mesâ’ili’l-helâl ve’l-harâm, talik. es-Seyyid Sâdek eş-Şîrâzî, 2. bs., Kum, İntişârât, s. 105, 106.. 
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov