3. Maliye, Hazinenin Adil Paylaşımı ve Maliye Görevlileri: el-Maverdî

Tam ismi, Ali b. Muhammed b. Habib Ebî’l-Hasan el-Maverdî (bu lakap kendisine gülsuyu ticareti yapmasından dolayı verilmişti. Mâü’l-verd, gülsuyu anlamına gelmektedir) olan bu âlim, 364/974 tarihinde Basra’da dünyaya gelmişti. Büveyhîler döneminde yetişmiş olan Maverdî, dönemin ilim merkezlerinden Basra ve Bağdat’ta Hasan b. Ali el-Huzelî, Muhammed b. Adiy el-Minkarî, Muhammed b. Mualla el-Ezdî ve Cafer b. Fazlı el-Bağdadî gibi meşhur âlimlerden ders almıştır. Hayatının belirli kısımlarında kadılık, müsteşarlık ve benzeri vazifelerde de bulunmuş, 450/1058 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Edebiyat ve Siyaset alanlarında kendinden söz ettirmiş Maverdî bu sahalara dair Tefsîrü’l-Kur’an, Kitabu’l-emsâl ve’l-hikem, el-İğnâ gibi değerli eserler telif etmiştir. Onun, devlet başkanlığı ve dini idarelere dair konuları ele aldığı el-Ahkâmu’s-Sultaniyye’si de, siyaset konusuna dair yazılmış en önemli eserlerden addedilmektedir.

Maliye

Hükümdar bilmelidir ki, düzeldiğinde herkese yararı, bozulduğunda ise zararı dokunacak işlerden biri de parasal işlemlerdir. Para iyi yönetildiğinde hükümdarın göreceği fayda, halkın göreceği faydadan daha çoktur. İyi bir para politikası, devletin gelirlerini artırıp, giderlerini azaltacaktır. Özlü bir sözde şöyle söylenmiştir: “Mübah olduğu halde daha iyisini terk etmek, acizliğin bir göstergesidir.”

Hükümdar eğer parada sahtecilik yapmaya müsaade eder ve gümüş paranın başka bir madenle karıştırılmasına göz yumarsa, bu durumun doğuracağı zarar, sağlayacağı yarardan daha çok olacaktır. Çünkü gerçek gümüş bir paraya, düşük ayar bir gümüş karıştırılır (örneğin %50 oranında) ve bu paranın gerçek bir gümüş para değerinden alınması istenirse, bu mümkün değildir. Yapılan bu işin hiç kimseye faydası yoktur. Bu ölçü ve tartıyı birbiriyle değiştirmeye benzer. Böylece hem elindeki gümüş parayı bozar hem de çalışması hüsranla sonuçlanır.

Gümüş para, uzun süre kaldığında ve dokunanlar çok olduğunda parlaklığı kaybolur. Bu yüzden insanlar ona rağbet etmez ve böylesi gümüş paraları almaktan kaçınırlar. Daha yeni ve parlak olanı tercih ederler. Bazen gümüş işleyenler, gümüş para üzerine birçok süslemeler yapar ve parayı bozarlar. Böyle süslü gümüş paralar eskisinden daha güzel olabilir; ancak halk, bu tür süslemeli gümüş paraları almaktan kaçınır ve sağlam gümüş para olmadıkça mallarını satmazlar. Bu durumda insanlar saf gümüş veya halis altınla alışveriş yapmayı tercih ederler. Mallarını bu şekilde halis altına çeviri ve günlük harcamalar için alışılmışın dışında nakit para yerine trampa usulü alış veriş yaparlar. Yani karşılıklı mal takası yapar ve ihtiyaçlarını öylece karşılarlar…

Hükümdar bilmelidir ki, devletin halktan topladığı vergilerin dini bir meşruiyeti vardır. Din, bu verginin miktarını belirlemiş ve nerede harcanacağını açıkça izah etmiştir. Din vergi miktarını yeterli oranda belirlemiş, arttırılmasına gerek bırakmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yardım, ihtiyaç miktarınca gelmiştir.” O halde hükümdar, dinin belirlediği oranla yetinmeli; Yüce Allah’ın yeryüzündeki bir temsilcisi ve O’nun kullarını yöneten bir lider olarak, emrine itaat etmelidir.

Eğer vergi toplama ve harcamada Allah’ın buyruklarına uyarsa, insanlar gönülden ona itaat eder ve mallarını seve seve verirler. Kimse vergi kaçırmaz, hükümdar da zorla vergi toplamaya ihtiyaç duymaz. İnsanlar, hükümdardan, gücünün üstünde şeyler istemeyecekleri gibi, hükümdar da halka ağır vergiler koymamalıdır. Böylece hem dini emirlere uyarak, öteki dünyasını kurtarmış, hem de bu dünyada devletini istikrar ve huzura kavuşturmuş olur. Bu şekilde hem askerlerini hoşnut eder, hem de halkının mutluluğunu sağlar.

Şayet hükümdar, dinin bu yöndeki hükmünü çiğner ve halktan, hak etmediği taleplerde bulunursa, bu durumda insanlar kendisinden nefret eder ve vergi vermekten kaçınırlar. Ardından hükümdar, yönetim kurallarının dışına çıkar ve zor kullanarak malları toplamaya başlar. Böylece uymak zorunda olduğu hakları çiğner ve hak etmediği taleplerde bulunması nedeniyle halk da ondan hakları olmayan taleplerde bulunur. Kendilerinden gelişi güzel vergi toplamaya kalkan hükümdardan onlar da elbette ki gelişi güzel taleplerde bulunacaklardır. Ancak adil davrananlara adil davranılır. Hükümdar, haksız yere fazla vergi toplayarak, halkın taleplerinin önüne geçemez. Aksine onların nefretini kazanır ve memurların, emirlere itaatsizliğine neden olur. Her iki durumda da ülke hiçbir zaman istikrar ve huzura kavuşamaz.

Hükümdar, Allah’ın, kullara haksızlık yapılmaması yönündeki emrine itaatsizlik etmekten sakınmalıdır. Aksine Allah’ın emirlerine uyarak ülkenin çıkarlarını korumalıdır. Halkı, kendisine hizmet eden ve koruması altına girenler gibi görmeli, geçimlerini üstlendiği kimseler gibi davranarak onların ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Kazançlarının bir düzene girmesini sağlamalı, onları her türlü tehlike ve sıkıntılardan korumalıdır. Çünkü onlar, Allah’ın, korunması için hükümdara emanet ettiği kimselerdir. İhtiyaçlarının karşılanmasından hükümdarı sorumlu tutmuştur…

Mali Düzenlemeler ve Adil Paylaşım

Yerine getirilmesi, devletin bekasını sağlayan: terki ise devlete zara veren önemli görevlerden biridir.

Kazanılan hazine gelirinin halka dağıtılması padişaha zor gelir. Çünkü o, sahip olduğu güçle o malları elde ettiğine ve her istediğine bu mallar sayesinde ulaşabileceğine inanır.

Padişah öncelikle hazineyi kolay yollarla doldurmanın gayretindedir. Eğer bu mümkün olmazsa dinen sakıncası olmayan yollardan zor ve şiddet kullanarak bunu gerçekleştirmeye çalışır. Hatta çoğu zaman zorluklarına katlanarak dinin kabul etmediği yöntemleri bile kullanmaktan çekinmezler.

Eğer padişah, kararlılıkla adil yöntemini sürdürebilir ve bu suretle gerekli vergileri toplayabilir ve ilgili alanlara dağıtabilirse, o zaman arzulanan istikrarı sağlayabilir; bunun için şiddete başvurmak zorunda kalmaz. Böylece otoritesi de sağlamlaşmış olur. Böyle bir ortamda hiç kimse haktan sapmaz; batıl olana yönelmez. İşte bunu gerçekleştiren padişah en mutlu padişah, halkı en mutlu halktır. Bunu gerçekleştiremeyen ise ancak bedbaht kimselerdir.

Kendi ülkesinde ve yönetiminde istikrarı sağlamış bazı devlet başkanları, istikrarı sağlayamamış başka yöneticileri eleştirerek bana şöyle söyledi: “Giderimi gelirime göre ayarladım ve her gidere yeterli miktarda gelir buldum. Gelir ve giderleri kontrol etmek üzere güvenilir ve işinde uzman vekiller tayin ettim. Geliri giderinden az olanlara geliri kadar başkasından borç almalarına izin verdim. Bu şekilde sistemimi sağlamlaştırdıktan sonra kendimden ve sistemimden emin bir şekilde zevk ve eğlenceye daldım. Çünkü mal, yaşamdan zevk almak ve eğlenmek için vardır. Eğer bu sistemi kurmadan eğlence ile meşgul olsaydım, kınanır ve eleştirilirdim. Fakat benim yaptığım gibi sistemi sağlam bir şekilde kurduktan sonra eğlenenler eleştirilmemelidir. Eğer birileri eleştirilecekse, benim gibi yapmayanlar ancak eleştirilebilir”…

Madem mali düzenleme ve adil paylaşım bir görevdir, o halde bu görev iki yönde ele alınmalıdır.

Gelirlerin belirlenmesi: Gelirler iki şekilde belirlenebilir; ya dini metinlerin kesin bir şekilde belirlediği ve aşılmasının caiz olmadığı şer’i miktardır. Veya yetkililerin gerekli gördükleri miktardır. Eğer bu ikincisi yerleşik kurallara uygun olursa adaletli kabul edilir. Ancak bu miktar kat kat artırılır ve zorla tahsil edilmeye çalışılırsa, zulüm ve haksızlık olur.

Giderlerin belirlenmesi: Bu da ya zorunlu ya serbest harcamalardır. Ya da gelirlerin tahsilinde ortaya çıkan zorunlu giderlerdir. Gelir ve gider karşılaştığında şu üç durumdan biri ortaya çıkar.

Gelirin giderden fazla olması: Sağlıklı devlet ve doğru paylaşım ancak bu durumda sağlanabilir. Böyle bir durumda giderden artan gelirler, meydana gelebilecek felaket ve sıkıntılar için, yeni ortaya çıkabilecek olağanüstü durumlar için hazır halde tutulur. Böylece halk bu tür kötü durumlardan doğabilecek sonuçlara karşı kendisini güveni hisseder; askerlerin de kendilerine güvenleri artar. Padişah da ortaya çıkabilecek zor ve kötü şartlara karşı hazırlıklı olur ve meydana gelebilecek felaketlere karşı koyamaya gücü yeter. Çünkü devletin başına hiç beklenmedik felaketler gelebilir; hesapta olmayan olaylar zamanla ortaya çıkabilir.

Gelirin giderden az olması. Bu, sağlıklı olmayan zayıf ve güçlü devletin ta kendisidir. Çünkü böyle bir devlette sultan, sahip olduğu güç sayesinde dilediği şekilde hareket eder. Yapması gerekeni yapmaz; halktan hakkı olmayan şeyleri talep eder. Böylece ihtiyaçlarını karşılamak ve isteklerini gerçekleştirmek için yönetim kurallarından ve dinin emirlerinden uzaklaşır; kendisi ile beraber. Böyle bir durumda askerler yöneticilerin aleyhine çalışır, ihtiyaçlarının karşılanmasını talep ederek yöneticilere karşı çıkmaya başlarlar. Düzenleri bozulduğu için artık onları durdurmak ve isyandan vazgeçirmek çok zordur.

Ancak devlet başkanı bütün imkânlarını kullanır ve askerler de özveride bulunarak tasarruflu davranır ve yöneticilerine destek olurlarsa, durumun düzelmesi mümkündür. Aksi halde bozulmanın varacağı kötü son, devletin çökmesi ve yok olmasıdır.

Gelir ve giderin birbirine eşit olması: Bu durumda gelir ve gider birbirini karşılar; Biri diğerinden ne fazla ne de eksiktir. Barış dönemlerinde devletin gelir ve giderlerinin denk olması, istikrar ve huzuru sağlayabilir. Ancak olağanüstü dönemlerde ve felaket zamanlarında bunun istikrarı sağlaması mümkün değildir. Devlet böyle durumlarda çok fazla zarar görür. O halde bu tür durumlarda her iki dönemin kendine has sonuçları ortaya çıkar. Eğer kader, barış döneminin uzaması ile siyasal iktidara yardım ederse istikrar uzun sürer. Ama sıkıntı ve felaketler peş peşe gelirse, devletin halka yardım etmesi mümkün olmaz ve insanlar son derece sıkıntı çekerler.

Bu yüzden yöneticiler, felaket zamanları için hazırlık yapmalı, böyle zamanlarda halkını yardımsız bırakmamak için yoğun çaba harcamalı ve halkın desteğini kazanmak için adil bir yönetim ve paylaşımı mutlaka gerçekleştirmelidir…

Maliye Görevlileri

Halktan vergi toplayan, ülke hazinesini oluşturan, padişahla halk arasında bir aracı olarak koordinasyon görevi yapanlar, maliye memurlarıdır. Eğer bu memurlar devlet mallarında savurganlık yapmaz, çalışmalarında adil davranırlarsa, devlet hazinesinin geliri artar, ülke en iyi şekilde imar edilir. Şöyle bir söz nakledilmiştir: “Padişahların üstünlükleri ülkelerini imar etmekle ortaya çıkar.”

Eğer vergi toplayan memurlar, padişaha ihanet ederek, topladıkları vergileri kaçırır, halktan haksız bir şekilde zorla ve yüksek oranda vergi toplamaya kalkarlarsa, o zaman devlet hazinesinde para birikmez ve ülke zayıf düşer.

Padişaha destek verenler, gelirlerinin düşük olması nedeniyle mevcut desteklerini çekerler. İstihkakların az verilmesi nedeniyle askerler isyan etmeye başlar. Buna bağlı olarak padişahın, halkın ve ülkenin huzuru bozulur. Bazı siyaset bilimciler şöyle söylemişlerdir: “Devlet görevlilerinin haksızlık etmesi, devlet işlerini bilinmeyen karanlıklara götürür.”…

Mâliye memuru olarak kimselerde aranacak nitelikler şunlardır:

Adalet
Merhamet
Herkese eşit davranma
Deneyim
Yapıcı olma
Halktan toplanan vergileri korumada titiz olma
Devlet mallarında tasarruflu davranıp, savurganlık yapmama…

Maverdî, Devlet Yönetimi (Teshîlü’n-nazar ve ta’cîlü’z-zafer fî ahlâki’l-mâlik ve siyâseti’l-mülk), tr. Mehmet Ali Kara, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 44, 45, 46, 47, 73, 74, 75, 119, 120, 121, 122.
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov