4. İrade Hürriyeti ve Kesb (Kazanma) Hakkında: Kâdı Abdülcebbâr

Kelam tarihinde irade hürriyeti ile kader ilişkisinin tartışılmaya başlanması, Emevi devletinin baskıcı ve zulümlerle dolu bir dönemine rastladığı için, kaçınılmaz olarak irade hürriyeti, kelami olduğu kadar siyasi bir sorundur. İslam inancına göre bireyin dinen mükellef tutulabilmesi için hür seçimlere sahip olması son derece önemlidir. Aksi halde Tanrı’nın insanları günahlarından dolayı cezalandırması adil olmaz. Öte yandan insan, diğer mümkün varlıklardan birisi olduğuna göre, Tanrı’nın imkân aleminde meydana gelen seçimlere hiçbir şekilde karışmadığı düşüncesi de İslam’ın doğasına aykırıdır. Bu teorik zemin üzerinde kelamda irade hürriyeti ve kader ilişkisi konusunda üç temel görüş ortaya çıkmıştır. Ma’bed el-Cühenî’ye (ö. 83/702) göre insan, seçimlerinde ve yapıp ettiklerinde tamamen hürdür ve kaderin hiçbir etkisi yoktur. “Kaderiyye” adını alan bu tez, İbnü’l-Eş’as hareketinden sonra siyasi bakımdan, Emevi devletinin uyguladığı zulümlerden tamamen sorumlu olduğu anlamına geliyordu; böylece Ma’bed idam edilerek öldürülmüştü. Bu görüşe karşı çıkan Cehm b. Safvân’a (ö. 128/745) göre insanın seçimleri ve eylemleri, Allah’ın takdiriyle zorlayıcı bir şekilde belirlenmiştir ve insan hiçbir hürriyete sahip değildir. İnsan irade ve eylemlerinin kaderin zorlamasıyla meydana geldiğini ifade ettiği için “Cebriyye” adını alan bu görüş, hiç şüphesiz Emevi yönetiminin yaptıklarından sorumsuz olduğu anlamına geliyor ve onu meşrulaştırıyordu. Eş’arilere göreyse bir eser üzerinde iki kuvvetin birden etkide bulunamayacağı dolayısıyla, gerçek yaratıcı sadece Allah’tır. Bununla birlikte insan iradesi bir şeyi yapmaya yöneldiğinde, Allah o insan için o eylemi yaratır. Böylece yaratma Allah’a, kazanmaysa (kesb) insana mahsustur. Felsefi bakımdan bu görüş, olabilen şeyler ile olan şeyler arasında insanın gerçekleştirdiği “üretimler” gibidir; olabilen ile olan şeylerin mantıksal yapıları farklıdır. Olabilen şeylerle ilgili olarak çelişki mümkünken, olanlarda çelişki mümkün değildir. İşte Allah’ın yaratması, olabilirliklerle yani imkân alemiyle ilgilidir; insanın kazanmasıysa olabilir olanlardan bazılarının seçilmesiyle ilgilidir.

Kulların fiillerini Allah Teâlâ’ya nisbet eden Cebriyye’nin (Mücebbire, Müdebbire) söylediği sözün yanlış olduğu kesin olarak aklen ve şer’an bilinmektedir.

Bu konudaki sözlerinin özeti şöyledir: Yapıp ettiklerimiz, ortaya çıkışları bakımından bize muhtaç ve bizimle ilişkilidir.

Cehb b. Safvan’a göre, onlar bizimle de ilişkili değildir. O şöyle der: Biz o fiiller için sadece bir ortam durumundayız; öyle ki onlar bizde yaratılırsa olur, yaratılmazsa olmaz.

Dırar b. Amr’a göre, onlar bizimle ilgili ve bize ihtiyaç duyarlar, fakat ihtiyaç ciheti, kesbden ibarettir; bu görüşte Cehm’le beraberdir, ancak (fiili) ihale konusunda ona ilave etti. Çünkü Cehm’in yanlışlığını zikretmesi makuldür; fakat ötekinin zikrettiği ise asla makul değildir.

Cebrilerden ihtilaf edenlere gelince, onlar tasarrufatları ikiye ayırırlar: Birinci kısmı bizimle ilişkili kıldılar ki o da doğrudan temastır. İkinci kısım bizimle ilişkili değildir, o da mütevellittir. Bunlar öncekilerle mezhepte birleştiler, ve ihalede onlara ilave ettiler. Şöyle ki, aralarında ayırım yapmaya imkân olmamasına rağmen, doğrudan ve dolaylı yapılan işleri birbirinden ayırdılar.

İmdi, biz bu mezhebin yanlış olduğuyla meşgul olmadan evvel, kesbin hakikatini açıklamaya çalışalım.

Bil ki, kesb, kendisiyle fayda kesbedilen, veya zarar defedilen her fiildir. Bunun delili şudur: Arap(lar), bir fiilde kendisini fayda celbetmek veya zarar defetmek söz konusu olduğunda, onu kesb diye isimlendirirler. Bundan dolayı, bu mesleklere (hiraf) mekâsib, işi yapanı kâsib, kuşun organlarını da kevâsib diye isimlendirirler…

Kesbe kail olanlara söylenecek söze gelince, bu hususta bilinmesi gereken, bu görüşün iki yoldan biriyle yanlışlığı söz konusu olabilir:

Birincisi, bunun yanlışlığını delil getirmekle ortaya koymandır.

İkincisi, bunun aslında makul olmadığını açıklamandır. Aslında makul olmadığı sabit olunca, kelamı uzatma külfetine katlanmana gerek yoktur. Çünkü akledilmeyen üzerinde söz söylemek mümkün değildir. Bu yol, tabiat ve teslis sözünün yanlışlığı konusunda izlediğimiz yoldur. Tabiatçılara şöyle dedik: Tabiat konusundaki görüşünüz makul değildir. Hristiyanlara da: Bire üç diye itikad etmek mümkün olmayan şeylerdendir; bu konudaki görüşünüz makul değildir. Konu üzerinde söz söylemenin sağlam bir tarafı yoktur. Bu yolla kesb sözünün yanlışlığı ortaya çıkar. Şüphesiz bu, diğer saydığımız görüşler gibi makul değildir.

Söylediğimiz şeyin doğrulunu açıklayan şey şudur: Şayet o makul olsaydı, Zeydiyye, Mutezile, Hariciler ve İmamiyye’den Cebriyyeye muhalif olanların bunu makul görmeleri gerekirdi; halbuki onların bunu makul görmedikleri malumdur…

Kâdı Abdulcebbâr 1965. Şerhu’l-usuli’l-hamse, Tahk. Dr. Abdulkerim Osman, Kahire, s. 363–365. 
Çeviren: Osman Karadeniz