İslam sonrası klasik Arap edebiyatı, her ne kadar çağdaş dönemde Arap milliyetçiliği fikrini oluşturmak ve geliştirmek amacıyla kullanılıyorsa da, Müslümanların İslam’a gösterdikleri teveccühün bir sonucu olarak çoğunlukla da Arap olmayanlarca gelişmiştir. Klasik edebiyat yazınını oluşturan metinler hutbe, mersiye ve kasidelerden Sanskritçe, Farsça, Grekçe ve Süryanice gibi lisanlardan Arapçaya yapılan muhtelif çevirilere kadar geniş bir sahada oluşmuştur.
Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib’in kızlarından. Hz. Muhammed’in annesinin vefatından sonra ömrü boyunca onun yanında yer aldı. Hz. Muhammed “Ey Abdülmuttalib’in kızı Safiyye! Kendini ateşten kurtar, zira ben Allah’tan size gelecek zarara engel olamam” dediğinde “Getirdiğin başım gözüm üstüne ey kardeşimin oğlu” diyerek ona ilk inananlardandır. Hicretin 20. yılında (640) 73 yaşında Medine’de vefat etti.
Gönlüm perişan oldu. Her şeyini soyguncuya kaptırmış kimse gibiyim. Üzüntü ve kederden uykularım kaçtı. Keşki ben de ecel şerbetini içseydim. Resûlullah akşama erişti derken kaderde yazılı ölüm onu buldu. Ehl-i Beyt de keder ve elemden bitab ve harâb olmuştu. Resûlullah’ın odaları yapayalnızdı. Artık orada sevgilimiz yoktu. Öylesine üzüldüm ki, ciğerim dağlandı. Ey Allah’ın elçisi sen bizim umudumuzdun. Bize hep iyilik ettin; bizi hiç üzmedin. Sen bize acıyan ve iyi davranan yegâne nebimizdin. Artık senin arkandan herkes ağlasın. And olsun ki, onun ölümüne değil, ondan sonra başımıza gelecek felaketlere ağlıyorum. Sevdiğim insanı kaybettiğim için yüreğim dağlanıyor. Ey Fâtıma! Muhammed’in rabbi ona rahmet eylesin. Yetim kalan Hasan ağlıyor ve yaslı bir şekilde dedesine sesleniyor. “Anam, babam, canım ve bütün mal ve mülküm sana feda olsun yâ Resûlallah! Sen risâlet görevini hakkıyla tebliğ ettin. Dini apaçık ve sağlam bir şekilde bırakarak aramızdan ayrıldın. Eğer Allah seni aramızda bıraksaydı elbette çok bahtiyar olurduk. Fakat Allah’ın emri mutlaka yerini bulacaktı. Allah’ın selâmı senin üzerine olsun ve senden razı olarak Adn cennetine koysun.”
İbn Hacer el-Heysemi 1967. Mecma’uz-Zevâid, Beyrut, IX, 38- 39.
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı
Şerîf er-Radî (ö. 406/1015) tarafından derlenen ve Hz. Ali’ye nispet edilen çeşitli metinlerden oluşan Nehcu’l-belâğa, hutbeler, mektuplar ve vecizeler olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Bu eserdeki metinlerin Hz. Ali’ye aidiyeti konusunda tartışmalar olsa da, bunlar gerek içerik gerekse üslup açısından Arap dili ve edebiyatının çok değerli parçaları sayılmaktadır. Söz konusu eser üzerinde şerh ve haşiyelerden oluşan geniş bir literatür doğmuş ve Türkçe de dâhil pek çok dile tercüme edilmiştir.
Sizi dünya konusunda uyarıyorum. Çünkü orası ayakların sürçtüğü bir menzildir. Güven ve nimet yurdu değildir. Gururu ile süslenmiş, ziyneti ile aldanmıştır. Rabbine boyun eğmiş bir yerdir. Helali haram, hayrı şer, hayatı ölüm, tatlısı acıyla karışmıştır. Allah onu sevdiklerine has kılmamış, düşmanlarını da ondan mahrum etmemiştir. Hayrı az, şerri çoktur. Dünyanın azığı tükenir, mülkü sahibinin elinden çalınır. Onu mamur eder gibi görünse de aslında harap eder. Binalar gibi yıkılan bir evin, azıklar gibi tükenen bir ömrün, yollar gibi biten bir zamanın ne hayrı vardır! Allah’ın farz kıldığı şeyleri kendinize istek ve arzu haline getirin. Sizden istediği şeyleri hakkıyla ifa etmeyi ondan dileyin. Ölüme çağırılmadan önce onun davetine kulak verin. Dünyada zahid olanların yüzleri gülse bile kalpleri ağlar. Sevinçli görünseler de hüzünleri artar. Rızık olarak kendilerine verilenlerle başkaları tarafından onlara gıpta ile bakılsa da nefislerine olan öfkeleri güçlenir. Sizin kalplerinizden ecelin zikri kaybolup gitmiş, yalan ümitler etrafınızı kuşatmış. Dünya, ahiretten daha fazla size sahip olmuş. Nimeti tez gelen bu hayat, geç gelen baki hayattan sizi alıkoymuş. Siz Allah’ın dini üzere kardeş olduğunuz halde kalplerin kiri, gönüllerin isi aranızı açmış. Birbirinize dayanmıyor, samimi davranmıyorsunuz. Birbiriniz için fedakârlık yapmıyor, sevip sevilmiyorsunuz. Elde ettiğiniz azıcık dünya azığıyla ne var da seviniyor, mahrum kalacağınız pek çok ahiret nimetine neden üzülmüyorsunuz. Bu hal yüzlerinizden ve dünyadan mahrum kaldığınız azıcık bir nimet karşısında gösterdiğiniz sabırsızlıkta kendini ele veriyor. Sanki dünya devamlı kalacağınız yer, sanki onun mal ve mülkü sizde hep kalacak. Sizden birini kardeşinin ayıptan sizi korkutan şey ancak onun gibi bir ayıpla karşılamasından korkmasıdır. Siz gelmesi uzak olan ahiret nimetini terk etme, onun yeri acil olan dünya nimetini sevme konusunda anlaşmışsınız. Dininiz ağızdan çıkan bir lafa dönmüş ve işini bitirip efendisinin rızasını almış bir kişinin yaptığına benzemiştir.
Şerîf er-Radî, Nehcu’l-Belaga, (nşr. Muhammed Abduh), Beyrut: Dâru’l-Marife, s. 221–223.
Çeviren: Ali Benli
Ebû’l-Abbâs Muhammed b. Yezîd el-Müberred (ö.286/899) Basra’da 210/826 yılında doğdu. İlk tahsilini orada tamamladı. Ebû Ömer el-Cermî, Ebû Hâtim es-Sicistânî ve Mâzinî gibi âlimlerden dil dersi aldı. Bağdat’ta ders okuttuğu dönemde ünü oldukça yayıldı. Kitâbu Sîbeveyhi’yi okutup müşküllerini çözmekte döneminde tek otorite sayılmaktaydı. Pek çok öğrenci yetiştirdi. Basra dil ekolünün, dönemindeki en önemli temsilcisi oldu. Arap grameri ve edebiyatıyla ilgili orijinal görüşleri ortaya koymuş ve eserler telif etmiştir. Onun çoğu dil ve edebiyata dair olan eserlerinin en önemlileri bir dil ve edebiyat ansiklopedisi sayılabilecek el-Kâmil fi’l-luga ve’l-edeb ve gramere dair el-Muktedab adlı eserleridir.
Bir adam İbrahim Edhem’e “bana öğüt ver” demişti. Ona şöyle dedi: “Allah’ı kendine dost edin ve insanları bir tarafa bırak”.
Said b. el-Müseyyeb şöyle dedi: Ravza-i Mutahhara’da kabirle minber arasında oturmuş düşünüyordum. “Allah’ım senden güzel amel, temiz rızık ve doğru bir hayat istiyorum” diye dua eden bir ses duydum. Baktım ama kimseyi göremedim. Bu söylenenlere hayatım boyunca bağlı kaldım ve hayırdan başka bir şey bulmadım.
Asmaî şöyle demiştir: Ebû’l-Mücîb’in dualarından birisi de şöyle idi: Allah’ım en hayırlı amelimi ecelime yakın olanlardan eyle.
O duasında şöyle derdi: Allah’ım, bizi nefsimize bırakma, yoksa aciz kalırız. Bizi insanlara bırakma yoksa kayboluruz.
el-Müberred, Ebû’l-Abbâs, el-Kâmil fi’l-lugati ve’l-edeb, (thk. Muhammed Ahmed ed-Dâlî), Müessestu’r-Risâle I, s. 453.
Acem eşrafından bir adama ölüm döşeğindeyken “Neyin var?” diye sormuşlar. Şöyle cevap vermiş: Acayip bir düşünce ve uzun bir hasret! “Bunun sebebi nedir?” diye sormuşlar, o da şöyle demiş: Uzun ve çetin bir yolu azıksız kat edecek, dost bulunmayan ıssız bir kabre yerleşecek, âdil bir hâkimin huzuruna mazeretsiz varacak olan bir adam hakkında ne dersin!
Asrımızdan bir şair, Mahmud el-Verrâk demiş ki:
“Hangi özrü, hangi mazereti dile getirir
Benim bilmediğim işi bilen kişiler
Özrün yüzü açık olmayınca
Onu ağza almamak, ondan daha iyidir.”
Bir adam Selm b. Kuteybe’den kendisi hakkında ulaşan bir konuya dair özür dilemişti. Ona şöyle dedi: Be hey adam! Zaten kurtulduğun bir işten iyice sıyrılmak istemen seni kurtulamayacağın başka bir sıkıntıya sürüklemesin sakın!
Halid b. Safvan’a sormuşlar: Hangi arkadaşların sana daha yakındır? Şöyle cevap vermiş: Kusurumu örten, hatamı bağışlayan ve özrümü kabul eden.
Abdullah b. Cafer b. Ebû Talib meclisine gelen bir arkadaşını aramıştı. Daha sonra bu arkadaşı onun yanına gelince ona “Bu kadar zamandır nerelerdesin?” diye sordu. Arkadaşı “Bir dostumla Medîne dışındaki panayırlardan birine gitmiştik” diye cevap verdi. Ona dedi ki: “Eğer mutlaka birisiyle arkadaşlık edeceksen, dostluğu seni süsleyen, düştüğün zaman seni koruyan, ihtiyaç anında seni kollayan, bir açığını görünce kapatan, bir iyiliğini görünce kıymet bilen, vaat ettiği zaman yerine getiren, çok ısrarla sürekli istesen de reddetmeyen, istediğin zaman veren, kendisinden uzaklaşsan da sana gelen biri olsun” dedi.
el-Müberred, Ebû’l-Abbâs. el-Kâmil fi’l-lugati ve’l-edeb, (thk. Muhammed Ahmed ed-Dâlî), Müessestu’r-Risâle II, s. 696–697.
Çeviren: Ali Benli
Tam adı Ebü’l-Fazl Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim el-Meydânî enNîsâbûrî (ö. 518/1124)’dir. Nîsâbur’un Meydân-ı Ziyâd mahallesinde doğduğu için Meydânî nisbesiyle anıldı. Tahsilini Nîsâbur’da yaptı. Başta meşhur müfessir Ebû’l-Hasen el-Vâhidî olmak üzere birçok âlimden tefsir, hadis, fıkıh, lügat, nahiv dersleri aldı. Kendisini özellikle de lügat ve atasözleri alanlarında geliştirdi. Meydânî’nin en başta gelen talebeleri oğlu Sâid b. el-Meydânî, Ebû Cafer Ahmed b. Ali el-Beyhakî gibi âlimlerdir. Nîsâbur’da 25 Ramazan Çarşamba günü 518/1124 senesinde vefat etti. Mecmau’l-emsâl adlı eseri, 6000’den fazla Arap atasözünü ihtiva eder. Alfabetik bir tasnifin yapıldığı eserde, atasözlerinin ortaya çıkışı, kullanılışı ve mânâsıyla ilgili bilgilere yer verilmiştir. Bu alandaki en güzel ve kapsamlı çalışmalardan birisi olan eserin 29. bölümünde eyyâmü’l-Arab20 başlığı altında Arapların yaptığı savaşlar zikredilmiştir. 30. ve son bölümde ise Hz. Peygamber (sav)’in hadis-i şeriflerinden, hulefâyı râşidin, bazı sahâbiler, Emevî halifesi Ömer b. Abdülaziz ve Hasan el-Basrî’nin sözlerinden seçmeler yapılmıştır. Eser üzerine bir ihtisar yazılmış, bir Osmanlı müellifi tarafından Nazmü ḍurûbi’l-emsâl li’l-Meydânî adıyla nazma da çekilmiştir. Ayrıca eser, Türkçe ve Lâtinceye de tercüme edilmiştir.
Müberrid şöyle demiştir: Meṯel (atasözü) kelimesi ’miṯâl’ lafzından türemiştir. Bu, yaygın söz mânâsına gelmektedir. Atasözlerinde iki durum birbirine benzetilir. Yani atasözlerinde asıl olan benzetmedir. “Meṯüle beyne yedeyhi” ifadesi “huzurunda ayakta durdu” anlamındadır. Yani bu kimsenin durumu, ayakta duranın durumuna benzemiştir. “Fülânü emṯelü min fülân” sözü “Bu, ondan daha üstündür” anlamına gelmektedir. Miṯâl lafzı, kısas yapılan kimsenin durumu kısası alınan kimsenin durumuna benzediği için, kısas mânâsına da gelmektedir. Atasözünün aslı, benzetme yapılacak şey için bir simge olmasıdır.
Ka’b b. Züheyr’in şu beytinde olduğu gibi:
Urkûb’un verdiği sözler onunki için atasözü olmuştur.
Çünkü onun verdiği sözler sadece yalandır.
Urkûb’un sözleri tutulmayan bütün sözler için artık bir simge haline gelmiştir.
İbnü’s-Sikkît şöyle demiştir:
Meṯel, lafız itibariyle söylendiği şeyden farklı, ancak mânâ itibariyle ona uyan sözdür. Bir şeyi açıklamak için kullanılan ’miṯâl’ lafzına benzetilmiştir.
Başka âlimler ise şöyle demişlerdir:
Zihinlerde doğruluğu kabul edilen hikmetli sözler de atasözü olarak isimlendirilmiştir. Çünkü bunlar da zihinlerde bir şeyler canlandırmaktadır. Mesel lafzı ayakta durmak mânâsına gelen ’müṯûl’ lafzından türetilmiştir.
İbrahim en-Nazzâm şöyle demiştir:
Atasözünün diğer sözlerde bulunmayan dört özelliği vardır. Bunlar şöyledir:
1. Lafzının kısa olması
2. Mânânın zihne tam oturması
3. Benzetmenin güzel olması.
4. Kinâyenin kusursuz olması.
Bunlar da zaten belâgatın zirvesidir.
İbnü’l-Mukaffa’ ise şöyle demiştir:
Bir durum atasözüyle ifade edildiğinde, telaffuzu net olur, kulağa hoş gelir ve sözün bütün mânâlarını da kapsamış olur. Ben de şöyle derim:
… Meṯel lafzı, bir şeyin başka bir şeye benzetilmesini ifade eder. Düşmana verilen cezayı ifade eden ’nekel’ lafzı gibi. ’Miṯl’ (benzer) lafzı ’meṯel’ lafzının yerine konulamazken, tam tersine ’meṯel’ lafzı ’miṯl’ lafzının yerine konulabilir. İkisi arasında, daha önce geçtiği gibi, bir fark vardır. Atasözü, söylendiği konu için artık bir isim haline gelmiş, hangi sıfat için kullanılmışsa onu ifade etmiştir. Yani “Meṯelüke ve meṯelü fülânin” demek “Senin ve onun sıfatı” demektir. Şu âyet-i kerîmede olduğu gibi: “Meṯelü’l-cenneti’l-letî vu’ide’l-mütteqûn” “Takvâ sahiplerine vâd edilen cennetin sıfatı şöyledir” (Ra’d sûresi 13/35). Kelime, sıfat anlamıyla bütünleştiği için şöyle bir ifade kullanılabilir: “Cealtü Zeyden meselen ve’l-kavme emsâlen” “Zeyd’i ve insanları örnek olarak kabul ettim.” Şu âyet-i kerîme de buna benzer: “… kavim ne kötü bir örnektir” (A’râf sûresi 7/177). Bir görüşe göre kavmin bizzat kendisi örnek olarak kabul edilmiştir. En doğrusunu Allah bilir.
Meydânî 1961. “Mecmeu’l-emsâl”, Beyrut: Menşûrâtü Dâri Mektebeti’l-Hayât, I, s. 13–14.
Çeviren: Ali Bulut