Şeyh Sadûk’un tam adı Ebû Câfer Muhammed b. Ali el-Huseyn b. Mûsâ İbn Bâbeveyh el-Kummî’dir (ö. 381/991). Horasan ya da Kum’da doğduğu ifade edilmektedir. Şîa tarafından dört büyük kitaptan biri olarak değerlendirilen Men lâ yahzuruhu’l-fakîh’ in yazarıdır. (Diğerleri Kuleynî’nin (ö.940-941) el-Kâfî’si ve Muhammed b. Hasan et-Tûsî’nin(ö.1067/1068) el- İstibsâr fî-mahtulife mine’l-Ahbâr ile Tehzîbu’l-Ahkâm adlı eserleridir.) Şeyh Sadûk, Şîa tarafından hadis âlimlerinin başı sayılır. Özellikle hadis almak üzere Horasani Nişabur, Serahs, Semerkand, Mekke, Medine gibi pek çok yere gitmiş, Bağdat’ta Buveyhî Ruknü’d-Devle’nin sohbet halkasına katılmıştır. Şeyh Sadûk’un kendinden sonra gelen Şiî hadis ve kelâm âlimlerine etkisi büyüktür.
Alıntıladığımız metinde Şia’nın, onu diğer mezheplerden ayıran en bâriz görüşlerinden olan ismet, takıyye, gibi görüşlerini birinci elden görme imkânı bulunmaktadır.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun Şeyh Ebû Cafer der ki: Bizim nebîler, resuller, imamlar ve melekler hakkındaki inancımız şudur: Onlar mâsumdur, her türlü lekeden temizlenmişlerdir. Küçük ya da büyük hiç günah işlemezler. Kendilerine emrettiği hususlarda Allah’a karşı gelmezler ve emrolunanı işlerler. Onların halleri ile ilgili bir hususta günahsızlıklarını (ismet) inkâr eden bir kimse, onları tanımamaktadır. Onları tanımayan (câhil) kimse ise bir kâfirdir.
(...)
Allah’ın rahmeti üzerine olsun Şeyh Ebû Cafer der ki: Bizim takıyye (imanı gizleme, korunma) hakkındaki inancımız şudur: Takıyye vâciptir ve onu terk eden namazı terk edenle aynı durumdadır… Buna göre İmâmu’l-kâim ortaya çıkana kadar takıyye vâciptir ve vazgeçmek câiz değildir. Takıyye’yi Kâim’in ortaya çıkışından önce terk eden kimse Yüce Allah’ın dininden ve İmamiyye mezhebinden çıkmış ve Allah’a, O’nun Resûlüne (sas) ve İmamlara (as) muhalefet etmiş olur. Ve (İmam Câfer) es-Sâdık’a (as) Güçlü ve Ulu Allah’ın “Doğrusu Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanızdır” (Hucurât, 49/13) ayeti hakkında soruldu. Dedi ki: En çok sakınanız, takıyye ile amel edeninizdir.
Kutlu ve yüce Allah kâfirlere dostluk göstermenin ancak takıyye hâli ile olabileceğini söylemiştir: “Müminler, müminler dururken kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz; ancak onlardan korunmanız başka…” (Âl-i İmrân, 3/27) ve güçlü ve ulu Allah şöyle buyurmuştur: “Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kişilere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan alıkoymaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever. Allah sizi ancak, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost olmaktan alıkoyar. Kim onlarla dost olursa, işte zâlimler onlardır.” (Mumtehine, 60/8–9)
Ve (İmam Câfer) es-Sâdık (as) şöyle dedi: “Doğrusu mescitte bana sövmekte olan birini duyduğum takdirde, beni görmesin diye hemen bir sütunun arkasına gizlenirim” ve (İmam Câfer) es-Sâdık (as) şöyle dedi: “Emirlik (Kîmin çıkışı) bir görüş meselesi olduğu sürece, insanlarla (düşmanlarla) dıştan kaynaşın, ama içten onlara karşı çıkın.” (İmam Câfer) es-Sâdık (as) dedi ki: “Doğrusu mümine karşı riya ile davranmak şirktir; evinde münafığa karşı riyâkâr olmak bir ibadettir…”
el-Kummî, Şeyh Saduk 1978. Risaletu’l-İ’tikadati’l-İmamiyye, çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara: A.Ü. İlahiyat Fak. Yayınları, s. 113, 127–129.