Ahmed b Hanbel (ö. 241/855) İslam düşünce tarihinde özellikle inanç esaslarıyla ilgili konulardaki görüşleriyle Selefiyye olarak bilinen anlayışın öncülerinden, etkisi hala devam eden âlimlerinden biri kabul edilmektedir. Eşarî de, Ahmed b. Hanbel’in kendisi üzerindeki tesirini dile getirmiştir. Ahmed b. Hanbel’in, halife Memun, Mu’tasım ve Vâsık döneminde Mutezile mensupları tarafından dönemin ilim adamlarına, hatta halka dayatılan “Kur’ân mahlûktur (yaratılmıştır)” tezine karşı çıktığı bilinmektedir. O, bu iddiaya karşı “Kur’ân Allah Kelamıdır; bunun dışında bir şey söylemeyiz” diyerek kendi görüşünü ifade etmiştir. Bundan dolayı Mutezile tarafından tatbik ettirilen soruşturma/dayatma (mihne) uygulamasının mağdurlarından biri olmuştur.
Halku’l-Kur’ân konusundaki görüşü dışında Ahmed b.Hanbel’in diğer bazı itikadî görüşleri şunlardır: Allah hakkında sadece Kur’ân ve Sünnet’te bildirilen sıfatlar kullanılabilir, hataya düşülme ihtimali kaçınılmaz olduğu için aklen O’na bazı sıfatların verilmesi uygun değildir. Bunun için en sağlıklı yol ayet ve hadislerde Allah hakkında kullanılan sıfatları kabul etmek, ancak bunların özellikleri ve nitelikleri bakımından diğer varlıklarınkinden farklı olduğuna inanmaktır. Ahmed b. Hanbel, Cehmiyye’nin Allah hakkındaki görüşlerini; yine Cehmiyye’nin ve Mutezile’nin “Kur’ân mahlûktur” tezlerini ispat etmek için ayetlerden getirmeye çalıştıkları delilleri isabetli bulmamış ve tenkid etmiştir.
Cehm (b. Safvân) ve taraftarları da bu şekilde insanları Kur’ân’ın ve hadislerin (açık/muhkem) değil farklı yorumlanabilecek (müteşabih) ifadelerine yönlendirdiler ve hem kendileri saptılar, hem de görüşleriyle pek çok insanı yanlışa götürdüler.
Allah’ın düşmanı Cehm hakkında bize ulaşan bilgilere göre o Horasan’ın Tirmiz şehrinden cedelci ve kelamcı bir kişidir. Umumiyetle Allah hakkında tartışmalara girerdi. Bir gün kendilerine ’Sümeniye’ adı verilen ve Allah’a şirk koşan insanlarla karşılaştı. Bunlar Cehm’le tanıştılar ve ona şöyle dediler:
(Bizimle de) tartış! Eğer bizim kanıtlarımız seninkine üstün gelirse sen bizim dinimize girersin; seninki üstün gelirse biz senin dinine gireriz.
Cehm’le tartışmalarından biri şöyleydi:
— Sen bir tanrının olduğunu söylüyorsun değil mi?
— Evet, söylüyorum.
— Peki, tanrını gördün mü?
— Hayır.
— Ya sözünü (Kelâmını) işittin mi?
— Hayır.
— Kokusunu aldın mı?
— Hayır.
— Hissettin mi?
— Hayır.
— Ona hiç dokundun mu?
— Hayır.
— O halde O’nun senin tanrı olduğunu nereden biliyorsun?
Bu soru karşısında Cehm şaşakaldı ve kırk gün gerçekte nasıl bir ilaha ibadet ettiğini bilemedi.
Sonra, Hıristiyan zındıkların kanıtlarına benzer bir kanıt bulabildi. Nitekim onlar, Hz. İsa’nın ruhunun, Allah’ın zâtından bir ruh olduğunu iddia etmekteydiler. Buna göre Allah, bir şey meydana getirmek isteyince yarattıklarından birinin içine girer, yarattıklarının diliyle konuşur ve bu dille dilediğini emreder, dilediğini yasaklar. O gözlerden uzak, onların göremediği bir ruhtur...
Cehm de buna benzer bir delillendirmeyi alır ve Sümeni’ye şöyle der:
— Sen, içinde bir ruh olduğunu iddia etmiyor musun?
— (Sümenî) Evet
— Peki, sen ruhunu gördün mü?
— Hayır, görmedim.
— Sözlerini duydun mu?
— Hayır.
— Onu hissettin mi veya ona dokundun mu?
— Hayır.
— İşte Allah da böyledir. Yüzünü göremez, sesini işitemez, kokusunu alamazsın. O gözlerden uzaktır, görülmez. Bir mekâna bağlı değildir.
Cehm bu iddiasına temel olarak üç müteşâbih (yoruma açık) ayet buldu:
1- “O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur” (Kur’ân 42: 11).
2- “O Allah yerlerde ve göklerde ibadete layık olandır. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazanmakta olduklarınızı da bilir” (Kur’ân 6: 3).
3- “Gözler O’nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif’tir, her şeyden haberdardır” (Kur’ân 6: 103).
Böylece tartışmalarının esasını bu ayetler üzerine bina etti ve Kur’ân’ı olmayacak biçimde yorumladı ve Allah Resûlünün(sav) hadislerini de yalanladı. Sonra Allah’ın Kur’ân’da kendisini nitelediği ya da Hz. Peygamber’in hadislerinde haber verdiği şekilde O’nu niteleyen kişinin küfre düştüğünü ve Müşebbihe’den (Allah’ı insana benzetenler, Antropomorfistler) olduğunu iddia etti. Neticede bu tartışmalarıyla birçok insanı saptırdı. Basra’da kendisine Ebû Hanife’nin ve Amr bin Ubeyd’in görüşünde olanlardan pek çok kimse ona uydu ve böylece Cehm ’Cehmiyye’ mezhebini kurmuş oldu.
İnsanlar Cehmiyye mensuplarına “O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur” (Kur’ân 42: 11) ayetinin yorumu hakkında sordukları zaman onlar şöyle cevap vermişlerdir: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O arş üzerinde bulunduğu gibi yedi kat yerin altında da bulunur. O’nun olmadığı hiçbir yer yoktur fakat, O belli bir mekânda da değildir. Konuşmamıştır ve konuşmaz. Bu dünyada ya da ahirette kimse O’nu göremez. O, herhangi bir sıfatla ya da fiille nitelenemez, bilinemez. O’nun sonu ve sınırı yoktur. Akılla idrak edilemez, O bütünü/özü itibariyle ’vech’ (yüz, zat), ilim, ’sem’ (işitme), ’basar’ (görme) dir, bütünüyle nurdur, kudrettir. Kendisinde iki ayrı şey bulunmaz/birleşik varlık değildir, iki farklı sıfatla da nitelenmez. Onun için aşağı yukarı, yön, taraf, sağ-sol söz konusu değildir. Yine O’nun ağırlığı ya da hafifliğinden; ışığından, cismi olmasından bahsedilemez. O akılla idrak edilemez. O aklından/içinden geçen ve bildiğin her şeyden farklıdır.”
Onların “O diğer şeyler gibi olmayan bir şeydir” dediler. Biz buna karşılık şöyle cevap veririz: “O diğer şeyler gibi olmayan şey” sözünün “O, bir şey değildir” demek olduğunu akıllı kişiler kavrar. Böylece onların gerçekte bir şeye inanmadıkları fakat açıkça ifade ettiklerinin kötülüğünü kendilerinden uzaklaştırmaya çalıştıklarını her insan için açık hale gelmiştir.
Kendilerine “Siz kime ibadet ediyorsunuz?” diye sorulursa, “Bütün Yaratılmışların işlerini idare edene ibadet ediyoruz” derler. “Yaratılmış varlıkların işlerini düzenleyen bu Zât hiçbir sıfatla bilinemeyen, meçhul bir varlık mıdır?” diye sorduğumuzda “evet” derler. Buna karşılık onlara “Öyleyse Müslümanlar sizin hakikatte bir şeye inanmadığınız halde ancak ileri sürdüğünüz iddianın çirkinliğinden kendinizi kurtarmaya çalıştığınızı anlamıştır” deriz.
Sonra onlara, “İşleri düzenleyen bu varlık ile Hz. Musa’ya konuşan aynı değil midir?” diye sorduğumuzda onlar “Hayır, O konuşmamıştır ve konuşmaz. Zira konuşmak (kelam) ancak bir organ vasıtasıyla olur. Halbuki Allah’a organ nispet edilmesi söz konusu değildir” derler. Câhil biri bunların sözlerini işittiği zaman, Allah’a en çok saygı gösterenin bunlar olduğunu zanneder de görüşlerinin ancak Allah hakkında uydurulmuş şeyler olduğunu fark etmez.”
Ahmed b. Hanbel (thz). er-Red ale’z-zenadıka ve’l-Cehmiyye, tahkik: Muhammed Fehd Şakfe, Hama: Mektebetu İbn Heysem, s. 29–33
Çeviren: Mehmet İlhan