Peygamberimiz dokuz (veya on iki) yaşında bulunduğu sırada amcası Ebû Tâlib bir ticaret kervanıyla Suriye’ye gitti. Bu seyahatinde yeğeni Hz. Muhammed’i de yanında götürdü. Kervan Suriye’nin Busrâ şehrinde konakladı. Buradaki bir manastırda yaşayan Bahîra adlı rahip de kafileyi izlemekteydi. Daha önce birçok kervan burada konakladığı halde herhangi bir ilgi gösterme ihtiyacı duymayan rahip bu kafileye ayrı bir önem vermişti. Çünkü bu sefer o güne kadar hiç görmediği bir şeyi fark etmiş, alçak ve küçük bir bulutun kafilenin üstünde yavaş yavaş ilerlediğini, sürekli yolculardan bir veya ikisi ile güneşin arasına girdiğini görmüştü. Büyük bir ilgiyle kervanın yaklaşmasını izledi. Fakat ilgisi birden şaşkınlığa dönüştü. Çünkü konakladıklarında bulut da durmuş ve gölgelendikleri ağacın üstünde sabit kalmıştı. Rahip Bahira kutsal kitaplardan haberdar olup bir peygamberin geleceğine ve bunun da yakın olduğuna inanıyordu. Büyük bir merakla kafileye haber gönderdi ve hepsini yemeğe davet etti. Kafiledekiler Bahira’nın davetine icabet ettiler, ancak Hz. Peygamber’i develere ve eşyaya göz kulak olması için bıraktılar. Gelenlere tek tek hoş geldin deyip yüzlerine bakan Bahira aradığı simayı göremeyince;
“Ey Kureyşliler! Herkesin geldiğinden ve geride kimsenin kalmadığından emin misiniz?” diye sordu.
Kureyşliler “Evet, hepimiz geldik; sadece aramızda en küçüğümüz olan bir çocuğu develerin yanında bıraktık” deyince Bahira, onun da yemeğe çağrılmasını istedi. Kureyşliler kendileri gelip çocuğu yalnız bırakmanın doğru olmadığını fark ettiler ve bunun verdiği eziklikle birisini gönderip onu da getirttiler. Bahîra çocuğun yüzüne bakınca zihnindeki birçok sorunun cevabını buldu. Onu dikkatle inceledi ve yemekten sonra insanlar ayrılmaya başladıklarında ona bazı sorular sormak istedi.
Bahira: Sana bazı sorular sormak istiyorum. Lât ve Uzzâ hakkı için bana cevap verir misin?
Hz. Muhammed (Rahibin sözünü keserek): “Lât ve Uzzâ’ya yemin ederek bana soru sorma. Vallahi ben putlardan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmedim.”
Bahira Kureyşlilerin Lât ve Uzzâ adına yemin ettiklerini bildiği için böyle davranmış, ama farklı bir cevapla karşılaşmıştı.
Bahira: Allah aşkına sana soracağım hususlarda bana cevap verir misin?
Hz. Muhammed: Bana istediğini sorabilirsin.
Hz. Muhammed’e uykusuna varıncaya kadar çeşitli hususlarda sorular soran Bahira verilen cevapları dikkatle dinledi; aldığı cevaplar onun bildiği ve merak ettiği özelliklerle uyum içindeydi. Nihayet uygun bir sırada izin isteyip çocuğun sırtına baktı. Omuzları arasında yer alan Nübüvvet Mührünü (Peygamberlik Mührü) görünce gelmesi yakın olan peygamberle karşı karşıya olduğundan şüphesi kalmadı. Ebû Tâlib’le aralarında şu konuşma geçti:
Bahira: Bu çocuk senin neyin olur?
Ebû Tâlib: Oğlum.
Bahira: Oğlun olamaz; bu çocuğun babasının vefat etmiş olması lazım.
Ebû Tâlib: Kardeşimin oğlu.
Bahira: Peki, çocuğun babasına ne oldu?
Ebû Tâlib: Daha annesi ona hamileyken vefat etti.
Bahira: İşte bu doğru. Peki annesine ne oldu?
Ebû Tâlib: Öldü.
Bahira: Doğru söyledin. Yeğenini buradan uzaklaştırıp geri götür ve onu Yahudilerden koru. Çünkü benim bildiğimi onlar da bilirler ve görüp fark ederlerse ona kötülük yaparlar. Yeğeninin geleceğinde büyük şeyler gizli. Onun yüzü peygamber yüzüne, gözleri de peygamber gözlerine benziyor. Biz kutsal kitaplarımıza ve atalarımızdan gelen rivayetlere göre bir peygamberin gelmesinin yakın olduğunu biliyoruz. Bunu Yahudiler de biliyor, ancak onlar gelecek peygamberin İsrailoğulları arasından çıkmasını bekledikleri için onu kıskanıp zarar verebilirler. Sana bu nasihati yaparak bu konudaki görevimi ifa ettiğimi bilmeni isterim.
Ebû Tâlib bunun üzerine getirdiği eşyayı Bûsra’da sattı ve seyahatini yarıda keserek Mekke’ye döndü. Bundan sonra çıktığı seyahatlerde, başına bir şey gelir korkusuyla çocuğu bir daha yanına almadı.
İbn Hişâm 1355/1936. es-Sîretü’n-Nebeviyye, nşr, Mustafa es-Sekkâ ve dğr., I-IV, Kahire, I-II, s. 180-183; İbn Sa’d 1388/1968. et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut, I, s. 120–121, 153–155; Taberî 1960–70. Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, nşr. Muhammed Ebü’lFazl, I-XI, Kahire, II, s. 277
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı