8. Haber

İslam bilgeliğinde, ister tecrübe içi alandan gelip niteliği tecrübe yahut deney olsun, isterse tecrübe dışı alandan gelip niteliği vahiy olsun, bir kimsenin başkalarına ilettiği bütün bilgiler haber başlığı altında ele alınır. Böylece İslam bilgeliğinde tarih, hatta genel olarak bilim, gözlem ile haber arasındaki hassas ilişkiye dayanır. An itibariyle gözlemlediğimiz her şey tecrübedir; ancak bu tecrübe, olay anını ve mahallini tecrübe etmeyen birisine sözlü veya yazılı olarak iletildiğinde gözlem haber niteliği kazanır. Öte yandan haber gerçekleştiğindeyse gözlem veya tecrübe konusu hale gelir.

Bilgi Kaynağı Olarak Gözlem ve Haberin Değeri Üzerine: el-Bîrûnî

Astronomluğuyla, matematikçiliğiyle, fizikçiliğiyle, hekimliğiyle, coğrafyacılığı ve tarihçiliğiyle Ebû Reyhân el-Bîrûnî (973–1048), İslam’ın Altın Çağı’nın en karakteristik simalarından birisidir. Batı yazınında “Alberonius” diye bilir. Harizmşahlar, Memûnîler, Ziyâriler ve Gazneliler tarafından himaye görmüştür. Arapçanın yanı sıra Yunanca, Süryanice ve Sanskritçe öğrenmiştir. İslam medeniyetinde derin etkiler bırakan düşünürün en önemli çalışmalarından birisi Hindoloji üzerine yazdığı Kitâbu mâ li’l-Hint başlıklı eseridir.

“Haber gözlem (gözle görmek) gibi değildir” diyenin sözü doğrudur, çünkü gözlem bakanın gözünün bakılan şeyin bizzat kendisini oluş zamanında ve oluş yerinde idrak etmesidir. Haberdeki sakıncalar olmasaydı onun değeri gözlemden ve görmekten daha üstün olurdu. Çünkü gözlem zamanın anlarıyla sınırlıdır; halbuki haber hem zamanın anlarını, hem de onlardan önceki ve sonrakileri kapsar; böylece o hem olanlar hem de olmayanlar hakkında daha genel (bilgi) verir. Yazı, haberin türleri içerisinde neredeyse en üstün olanıdır; yoksa kalemin ölümsüz izleri olmasaydı, geçmiş milletler hakkında nereden bilgi edinebilirdik! Sonra varlığı mümkün bir şey hakkındaki haber, kabul edilegeldiği üzere eşit derecede doğru veya yanlış olabilir; her iki durumda habere, haber verenlerin alicenaplık dereceleri, karşıt görüşlerden hangisinin kendisinde baskın olduğu ve milletlerin (üstünlüğüyle ilgili) çekişmeler gibi (etkenler) katılır...

el-Bîrûnî, Ebû Reyhân 1377/1958. Kitābu’l-Bīrūnī fi Tahqīq Mâ li’l-Hind, Haydarabad, Da’iretu’l-Ma’arifi’l-Osmaniyye 9, Matba’atu Meclisi Da’ireti’l-Ma’arifi’l-Osmaniyye, s. 1–2. 
Çeviren: Sadık Türker

Ahad Haber ve Rivayetlerin Kabul Edilebilirliği: ed-Debûsî

“Ahad haber”, birden fazla sayıda kişinin rivayet ettiği, bununla birlikte tevatür niteliğine sahip olmayan haber olup, bazı hadisçiler tarafından “haber-i vahid” yerine de kullanılmıştır.

Ahad Haber

Alimler ahad haber konusunda ihtilaf ederek dört gruba ayrıldılar. Alimlerin ekserisi, ahad haberlerin râvileri eğer yalandan berî iseler bu durumda delil olacağı görüşündedir. Bazıları da şehadet sayısına (dört kişi) ulaşana kadar bu tür haberlerin delil olmayacağı görüşündedir. Bir kısmı da en fazla şehadet sayısına ulaşsalar da yine delil olamayacağını söyledi. Bazıları da ahad haberin dini konularda Bazıları da ahad haberin dini konularda yalan söylemekten uzak kimse tarafından nakledilmediği sürece delil olamayacağını veya mütevatir seviyesine ulaşması gerektiğini söyledi. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme” (Kur’ân 17: 36). Bilgi yalan ihtimali olan bir şey üzerine bina edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah hakkında ancak hakkı (doğruyu) söyleyin” (Kur’ân 4: 171).

Bu sebeple biz yalana ihtimali olan nassla iki yönden amel etmiyoruz. Biz hem doğruya hem de yalana ihtimali olan bir haberle amel etmiyoruz çünkü bunun yalan olması da muhtemeldir ve onu şeriat olarak kabul etmemek daha evlâdır…

Dine gelince o doğru ve haktır. Allah Teâlâ ilim gereken hakkı açıklamaya güç yetirendir. Bunun dışında onun ispat edilmesi ise câiz olmaz. Allah Teâlâ’nın sıfatlarıyla, peygamberlikle ve tevhitle ilgili olan konularda şek ve şüpheyle ispat edilmesinin câiz olmadığı gibi.

Cumhur âlimler bu konuda şu delillerle istidlal ettiler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler” (Kur’ân 2: 159). “Allah kendilerine kitap verilenlerden, ’Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz’ diye söz almıştı” (Kur’ân 3: 187). Allah Teâlâ onları gizlemeleri ve açıklamamaları sebebiyle uyardı…

Rivâyetleri Kabul Edilen Râviler

Râviler iki kısımdır. Râvi ya ilmi ve soyu itibariyle bilinen olur ya da sadece bir veya iki rivayet ettiği hadisle bilinen meçhul kişi olur. Bunlardan her ikisi de eğer sahabeden veya seleften olurlarsa bu red veya kabul edilir. Bunlar da dört kısımdır. İlki hulefâ-i râşidîn, üç meşhur Abdullah gibi meşhur olanlar. Sadece rivayetiyle bilinen meçhullere gelince bunlar da Makil b. Yesar, Seleme b. el-Muhabbık, Vabise b. Ma’bed gibi sadece rivayet ettiği rivâyetlerle bilinen kimselerdir.

Meşhurlardan rivayet edilenler eğer genel kurala muhalif değilse delil kabul edilirler. Fakat muhalif olursa burada durulur. Eğer râvi, fakih elinden, rey ve içtihat sahibi kimseyse, onun rivayet ettiği haberle kıyas (genel kural) reddedilir. Eğer fakih ehli değilse, rey sahibi ve içtihat ehli değilse bu durumda da kıyasla onun haberi reddedilir.

İlkine gelince o meşhur fakih, müçtehit ve rey sahibi kimsenin haberi kıyastan daha evlâdır. Çünkü haber gerçekte yakin olarak delildir…

Eğer rivayetin râvisi fıkıh ehlinden değilse bu durumda onun bu haberi kıyasa muhalifse kabul edilmeyerek reddedilir. Çünkü ashab-ı kirâm mana ile rivayete cevaz vermişlerdir. Nitekim sahabeden Abdullah b. Mesud (ra), “Bu, Rasûlullah’ın kelamıdır veya bu manada bir kelamdır” demiştir.

Eğer mana ile nakledilmesi caiz olursa Peygamber (sav)’in kastettiği mana dışında onu nakleden kimseye inanılmaz. Biz bu konuda sahabeye ittiba ederek bu rivayeti reddederiz. Burada yeni bir şey ortaya koymayız. Onlar da böyle durumlarda kıyasa aykırı olduğu durumda râvinin haberini reddederlerdi. Nitekim Ebû Hureyre’nin naklettiği bir rivayet de kıyasa (genel kurala) aykırı olması sebebiyle reddedilmiştir.

ed-Debûsî 2001/1421. Takvîmü’l-Edille, thk. Halil Muhyiddin Meys, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 171, 172, 175. 
Çeviren: Abdurrahman Yazıcı - Reşadet Ahmadov