A. TÜRKÇE

Türkler, İslam medeniyeti dairesine dâhil olmakla, artık İslam tarihinin de doğal bir parçasıdır ve İslam dilleri olmak bakımından Türkçeden kıdemli olan Arapça ve Farsça, hem telif eserleri hem de klasik Doğu anlatılarının taşınmasını sağlayan köprü vazifesiyle, Müslüman Türk halkını besleyen bilim ve sanat dilleri olarak ön plana çıkar. Arapça-Farsça telif eserler, özellikle eğitimli aydın kesimde özgün dili üzerinden etkili olurken bu dillerden yapılan tercüme ya da telif-tercümeler de ilgili eserlerin geniş halk kitlelerinde yankı bulmasını sağlar. Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları, el-Ferec Ba’de’ş-Şidde ve Câmâsb-nâme kaynaklı Şâhmaran Hikâyesi gibi çerçeve öykü tekniğiyle oluşturulmuş ünlü Şark masal külliyatları, sözlü kültüre daha yatkın olan Anadolu Türk halkı arasında bu çağlardan itibaren tedavüle girmiş durumdadır.

Öte yandan kimi Arap anlatılarının Türk muhayyilesinde yeniden işlenip şekillendirilmesiyle oluşan Hz. Ali Cenk-nâmesi, Ebâ Müslim-nâme ve Battal-nâme ile tamamen yerli üretim olan Dânişmend-nâme ve Saltuk-nâme gibi destanlar, daha geç zamanda yazıyla geçirilmiş olsalar da sözlü gelenekteki tarihleri Anadolu’nun ilk Türk asırlarına kadar dayanır. İbni Sina ve Kardeşi Ebü’l-Hâris’in Maceraları ile Nasreddin Hoca Latifeleri de yazıya geç intikal eden eski ve gelenekli halk anlatıları cümlesindendir.

Sözlü kültür, hızla gelişme gösteren dinî-tasavvufi duyarlılığın akislerine de ev sahipliği yapar. Türkçe menakıb-nâme geleneğinin en özgün örneklerinden biri olan Hacı Bektaş-ı Veli Vilâyet-nâmesi ile Kesikbaş, Ejderha, Güvercin, Geyik, Deve, Hatun, Fatıma, İbrahim, Veysel Karani gibi adlarla bilinen ve asırlarca büyük bir beğeniyle anlatılan/okunan küçük dinî destanların oluşum devresi 13. asra kadar uzanır.