İsrâ ve Mirac, Hz. Peygamber’in Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya, oradan da semâya yaptığı yolculuğu ifade eder. Yüce Allah son peygambere, kendisini destekleyen yakınlarının vefatı ve Tâiflilerin eziyetlerinin ardından, mânevî âlemlere seyahat etme mazhariyetini lutfetti. Bir gece Hz. Peygamber Cebrâil eşliğinde Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürüldü; oradan da yine Cebrail ile birlikte Sidretü’l-müntehâ adı verilen yüce makama yükseltildi. Bundan sonra Hz. Peygamber zaman ve mekân söz konusu olmaksızın Yüce Allah’ın huzuruna çıkartıldı. Bu mucize ile İslâm’ın, on yıldan beri mahsur kaldığı Mekke şehrinden çıkıp uzak mekânlara ve ülkelere yayılacağının işareti verilmekteydi. Çünkü Resûl-i Ekrem bu mânevî seyahatinde, kendi döneminde ve bugün mensupları bulunan veya bulunmayan diğer semavî dinlerin peygamberlerine imamlık yaparak namaz kıldırmıştı. Mi’rac hadisesinin hicretten bir yıl önce Receb ayının 27. gecesi gerçekleştiği kabul edilmektedir. Mi’rac, Hz. Peygamber’in maneviyatını yükseltmiş, mü’minlerin imanını kuvvetlendirmiş, müşriklerin ise düşmanlıklarını arttırmıştır. Hz. Peygamber bu olayı Mekkelilere anlattığı zaman onlar gerçek dışı bulup inkar ettiler. Hz. Peygamber’e Kudüs ve Mekke’ye dönmekte olan bir kervanın yeri hakkında sorular sorup doğru cevap almalarına rağmen inkârlarını sürdürdüler. Müşrikler alaylı bir şekilde olayı Hz. Ebû Bekir’e de anlatıp onu zor durumda bırakmak istemişlerse de o: “Bu söylediklerinizi Hz. Muhammed mi anlatıyor? O söylüyorsa doğrudur” diyerek tasdik etmiş ve böylece ’Sıddîk’ lakabını almıştır.
Bu gece beş vakit namaz farz kılınmış, Bakara sûresinin son âyetleri (Kur’ân 2:285-286) indirilmiş, Allah’a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir. İsrâ ve Miracla ilgili âyetler şöyledir:
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını göstermek için kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir” (Kur’ân 17:1).
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) ne sapmış ne de aldatılmıştır. O, ne de kendi arzu ve hevesine göre konuşmaktadır. (Size ilettiği) Kur’ân, kendisine indirilen ilâhî vahiyden başka bir şey değildir. (Kur’ân) ona, son derece kudretli birinin öğrettiği vahiydir. O fevkalâde bir güçle donatılmış bir melektir. Ki, o an geldiğinde kendini gerçek şekil ve hüviyetiyle gösterdi. Ufkun en uç noktasında görünerek ve sonra yaklaşarak yanına geldi. Aralarında iki yay mesafesi kalıncaya kadar. Hatta daha da yakınına. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. Kulunun kalbi, gördüğünü yalanlamadı. Peki siz ne gördüğü konusunda onunla tartışmaya mı giriyorsunuz? Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. Sidretü’l Müntehâ’nın yanında. Va’dedilen cennetin yakınında. O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Göz ne kaydı ne de başka yöne çevrildi. Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü” (Kur’ân 53:1-18).
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ’öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: ’Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi, sen de onlara acı’. Rabbiniz içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle. Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) ölçülü verir. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Şüphesiz o Allah tarafından yardıma layık görülmüştür. Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına onu değerlendirmek amacı dışında sakın yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verdiğiniz sözden mutlaka sorguya çekileceksiniz. Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun. Tartıyı da doğru terazi ile yapın. Böylesi sizin için daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi (kıyamet günü) sorguya çekilecektir. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin. Bütün bunların kötülüğü Rabbinin katında asla hoş karşılanmayan şeyler olmalarıdır. Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın” (Kur’ân 17: 23–40).
Bu âyetlerde vurgulanan hususlar şöyle sıralanabilir:
1. Allah’tan başkasına kulluk etmemek,
2. Ana-babaya iyi davranmak,
3. Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek,
4. Cimri olmamak ve israf etmemek,
5. Yoksulluk endişesi ile çocukları öldürmemek,
6. Fuhuş ve zinaya yaklaşmamak,
7. Cana kıymamak,
8. Yetim malına el uzatmamak,
9. Verilen sözü yerine getirmek (ahde vefa),
10. Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat etmek,
11. Hakkında bilgi sahibi olunmayan bir konunun peşine düşmemek,
12. Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümemek, büyüklük taslamamak.
(Kur’ân 17: 22–29).
Çeviren: Abdülkerim Özaydın – Casim Avcı