IV - HUKUKTA GELİŞMELER

İslam’ın bir ideolojisinden bahsetmek mümkün olsaydı bu “evrensel barış” olurdu. İslam bunu bir ideoloji haline getirmemişse de onun temel amacının evrensel barış olduğu kolaylıkla iddia edilebilir. Evrensel barış idealinin gerçekleşmesi için gereken adalettir. İslam hukuk felsefesine göre mutlak adalet, ancak Allah tarafından gerçekleştirilebilir. İslam hukuk felsefesinde bir toz zerresi kadar hakkın bile adalette yeri vardır ve olacaktır da. İslam’da hukuk, yargıç ve hatta bütün Müslüman bireyleri için idealleştirilen adalet ölçüsü budur. İnsan için ulaşılabilir anlamda genel adalet, sadece kolluk kuvvetleriyle sağlanamayacağı için İslam medeniyetinde, tıpkı Aristoteles’in söylediği gibi, adaletin ve onu gerçekleştirmenin yolu olan hukukun temelini ahlak oluşturur. Öyle ki bütün bir İslam yasamasının temelini oluşturan Hz. Muhammed’in nihai mesajı ahlaktır; çünkü hem evrensel barış hem de adalet ancak ahlakça olgunlaşmış bir toplumla gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla İslam yasamasında yasakları, zorunlulukları yahut serbestlikleri belirleyen yasaların iyi-kötü, yararlı-zararlı gibi ahlâki ve/veya siyasi gerekçelere dayandığı kabul edilir.

İslam hukukunun birey haklarına ve dolayısıyla toplum modeline getirdiği en önemli yeniliklerden birisi, insanın doğuştan suçlu veya günahkâr olduğu inancını reddederek her insanın masum bir şekilde dünyaya geldiği ilkesidir. İslam hukuku, özellikle bireyin hayatını veya hürriyetini tehdit edebilecek ceza hukukunda, meşru yollarla ispatlanmış kesin bilgiye dayanır; kesin olmayan bütün bilgi ve belgeler, kendisinden kaçınılması gereken ve aynı zamanda günah sayılan birer zandır (Kur’ân 49: 12).

İslam, bireyci bir toplum felsefesi öngörmez, birey toplumla, hatta bütün toplumlarla birlikte değerlendirilir. Ancak bireyin tanımı, hakları ve sorumlulukları İslam’da etraflıca belirlenmiş, dini anlamdaki ceza veya mükâfat, toplumsal dengelerle bağlantılı bir şekilde birey esaslı olarak kurulmuştur. Dini mükellefiyet, bireyin akıllı olmasıyla ve hürriyetiyle sıkı sıkıya ilişkilidir; çünkü cennetle mükâfatlandırılacak veya cehennemle cezalandırılacak olan, ancak hür seçimlere sahip bireydir. Bu nedenledir ki İslam hukukundaki genel kanaate göre, bireyin hakları toplum için yasal bir yolla feda edilemez; haktan feragat ancak ahlaki veya dini anlamda bireyin kendi tercihine bağlıdır. İslam hukukunda her bireyin yapması gereken ve başkasına devredemeyeceği yükümlülüklere ’asli yükümlülük’ (farz-ı ayn) denir. Öte yandan toplumun bilgilendirilmesi veya savunulması gibi herkesin yapamayacağı veya başkasına devredilebilir türden sorumlulukların, bazı bireyler tarafından yerine getirilmesi gerekir. Toplumsal bir refleksle yerine getirilmesi gereken bu tür yükümlülüklere “yeterli yükümlülük” (farz-ı kifâye) denir. İslam’da bu toplumsal refleks, yasal düzenlemeyle değil, savaşta şehit olanın cennete gireceği veya üstün mükâfatlar alacağını bildiren ayet ve hadis ifadelerindeki gibi ahlaki ve dini teşviklerle sağlanmaktadır.

İslam hukuku başlangıçta inanç ve ahlak konularını da kapsayan bir çerçevede ele alınırken daha sonra bireyin tercih ve davranışlarının (muamelât) yasallığıyla sınırlandırılmıştır. İslam hukuku genel olarak ibadetler hukuku, muamelât hukuku ve ceza hukuku olmak üzere üçe ayrılır. Her birinin kendi içinde idare hukuku, anayasa hukuku, miras hukuku, vergi hukuku, uluslararası hukuk gibi çeşitli dalları bulunmaktadır. İslam hukuk tarihinde her ne kadar Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî olmak üzere dört hukuk okulu yaygın olarak biliniyorsa da Caferî, Zeydiyye, Zâhirî gibi pek çok hukuk okulu ve geleneği bulunmaktadır. Son derece geniş olan İslam coğrafyasında insanların farklı koşullar içerisinde yaşadığı ve farklı geleneklere sahip olduğu dikkate alındığında, Batıda karşılaşılan tekbiçimci anlayışların aksine İslam hukukunda bireylerin ve toplumların hayatını kolaylaştıran çokbiçimciliğin hakim olduğu söylenebilir.

İslam hukukunun Yahudi ve/veya Hıristiyan şeriatları ile Roma veya Sasani devletlerinin hukuk sistemlerinden kaynakladığı şeklindeki abartılı görüşler bir yana konulursa, sosyal bütün olaylarda görülen doğal etkileşimin bir benzerinin İslam hukuku için de söz konusu olduğu söylenebilir. İslam hukuku, başka hukuk sistemlerinden etkilendiği gibi, özellikle birey haklarının ağır bastığı çağdaş hukuk sistemlerinin gelişmesine öncülük etmiştir.